Takvim hesabıyla yeni bir yıla başlamak üzereyiz. Kişiler veya kuruluşlar olarak yeni yılın başı yeni bir ‘kalkış noktası’ anlamına gelebiliyor. Bitmekte olan yılı olumsuz değerlendiriyorsak, yenisinin daha iyi olmasını bekliyoruz. Zaten iyi diyebileceğimiz bir zaman dilimini arkada bırakıyorsak, yenisinde sürdürülebilir olmayı ve yeni yükselişlere kanat çırpmayı bekliyoruz.
Yeni yılın iyi ve olumlu olması gerekli mi? Olumsuz ve kötü olanın insan doğasına uygun olmadığı şeklinde bir doğal ezberimiz var. Gözlemler ile yazılı ve sözlü kaynaklar insanın varoluş tarihi boyunca kendisi için olumluyu, iyiyi ve mutlu edeni aradığını, umut ettiğini ve beklediğini söylüyor. Ancak kahraman diye isimlendirdiğimiz bazı özel insanlar kendilerini feda ederek ve kendi iyilerinden vazgeçerek, ama başka insanların iyilikleri için kaynaklarını harcamışlar, canlarını vermişler.
Yeni Yılın Kapısı
Yeni yılın kapısında bir an için durduğumuzu hayal edelim. Ya ‘herru merru’ diyerek neler yaşayacağımızı düşünmeden ve öngörmeden kapıdan içeri gireceğiz ya da hesap yapmak için biraz zaman ayıracağız. Umutları, beklentileri veya arayışları olmadan ve mevcut olanla yetinerek hızla kapıdan içeri adım atana saygı duymak gerekir. Sorgulamadan attığı adım, yaşamıyla ilgili bir seçimdir. Bilinmeyen geleceği ve kendi varoluşunu böyle –naif ve kendiliğinden– bir tarz ile şekillendirmek istemektedir.
İkinci tarz ise kapıda durup düşünmeyi gerektirir. Kişi geçen yıllarda elde ettiği deneyimleri düşünerek, kafasında kendisi –ve muhtemelen kendisiyle ilgili başka kişi ve kuruluşlar– için net veya muğlak bir gelecek tasarımı yapacaktır. Bunu şöyle düşünebiliriz. Kişi, kendi hayal dünyasında yeni yılın sonunda olmayı düşündüğü noktadan bugününe, bitmekte olan yılın sonuna bakmaktadır. Bu noktaya ulaşmak nasıl bir değişim, gelişim plan ve programlarını oluşturmalı ve yürütmelidir? Senaryolarını hangi ilke ve kurallar şekillendirmelidir? Planlananlar bağlamında hangi faaliyetleri yapmalıdır? Hangi kaynaklara sahip olmalıdır? Kimlerle birlikte olmalıdır?
Yukarıda sıraladığım sorulara cevap oluşturacak hazırlıklar ‘harika’ bir yeni yıl için ancak gerek şartları yerine getirir. Bilinmeyen geleceğe belirsizlik altından ilerlediğimiz ve yaşam denetlememiz mümkün olmayan faktörler içerdiği için yapılan hazırlıklar; yeni yıla ilişkin beklentiler, umutlar ve arayışlar açısından sadece gerek şartların yerine getirilmesi olabilir. ‘Harika bir yeni yılı’ güvence altına alacak olan yeter şartlar ise ancak yeni yılın kapısından içeri adım attıktan sonra karşılaşacağımız zorlayıcı, engelleyici ve bozucu ihtimallerle yapacağımız mücadele sonucu tatmin edilmiş olacaktır. Önemli olan, bir yılı tanımlayan zaman parçası içinde karşılaşacağımız süreçleri ve akışları yaşamaktır.
Gerek ve Yeter Şartlar
Gerek ve yeter şartlara konumuz açısından açıklık kazandıralım. ‘Harika bir yeni yıl’ yaşamak istiyoruz. Bu beklenti, bizim için optimum dediğimiz ve ulaşmayı istediğimiz en-iyi noktadır. Gerek şartları yerine getirmeden optimum noktaya ulaşmamız mümkün olmaz. Bir başka deyişle gerek şartları yerine getirerek ulaştığımız nokta ‘optimum’ olmayabilir. Herhangi bir nokta ile optimumu ayırt edebilmek için yeter şartların yerine gelmesi gerekir.
İçinde insanın yer aldığı, gelecek belirsizliğinin bulunduğu ve çok sayıda aktör içeren ortamlarda yeter şartlar ancak akışın (sürecin, yaşamın) içinde sağlanabilir. Dolayısıyla gerekli hazırlıkları yapmış olmakla birlikte optimuma ulaşmak için yıl içindeki akışları başarılı (olumlu sonuçlanacak) biçimde yaşamamız gerekir. Bunda yıl içindeki seçimlerimiz belirleyici olacaktır. Ancak yıl yaşanıp bittiğinde vardığımız noktanın iyiliği konusunda yargıda bulunabiliyoruz. Bu nedenle yıl sonu veya yıl başı, insan olarak yaşamımızda önemli bir zaman durağını oluşturuyor.
Zamanda Bitiş, Başlangıç ya da Akış
Yıl, ay, hafta, gün gibi tanımlar –bazılarının doğayla ve evrenle ilgisi olsa da– bizim zamanı dilimlemelerimizdir. Yaşamı başlangıç ve bitiş noktaları koyarak kavramayı seviyoruz veya alışkanlık haline getirmişiz. Kitabın sonu, öykünün bitişi ya da filmin sonlanması gibi istasyonlarla bunu daha da sağlamlaştırıyoruz. Hâlbuki anlatılmayan hikâyeler kitaptan ve filmden sonra da akmaya devam ediyor. Yaşama başlamalar ve sonlanmalar veya kalkışlar ve inişler olarak değil, bir akış olarak bakmak sanki daha uygun…
Bir akış olarak baktığımızda zamanın başı ve sonu yok. O, bildiği gibi ve içinde bizlerin de yer aldığı şekliyle akıp gidiyor. Zamana duraklar koymak maddi dünyanın bize dayattığı ölçme alışkanlığından olabilir. Nesneleri tarttığımız ya da mesafeleri kavradığımız gibi zamanı da duruş ve kalkışlarla ölçüyor olabiliriz. Kısaca; biz insanlar olarak zamanın bazı noktalarına işaret taşları koyuyoruz. Bilip aklımızda tutabilmek için… Yılbaşı, bayramlar, yıldönümleri veya kutlama günleri hep bizim koyduğumuz işaretler… Zamanın sonsuz eksenine çentik atma çabalarımız…
Ama zamanı işaretlemeyi basit olarak da algılamamalı. Çünkü zamana koyduğumuz her çentik ile o ana farklı bir değer ve anlam yüklemeye çalışıyoruz. Bazen acılı da olsa; çoğu zaman koyduğumuz bu işaretlerin, gelecek adına enerji veya değişim yaratmasını sağlamaya çalışıyoruz.
Her işaretle yaptığımız bir diğer şey, geçmişin tozlarından silkinip yeni bir bakış açısı edinmeye çalışmak. Yaratmak istediğimiz sinerji yanında gelecek algımızı –belki de kendimizi- değiştirmeye çalışıyoruz. Yaşamımızın o anından sonra ne yapacağımıza veya dünyaya karşı nasıl bir tutum takınacağımızı belirlemeye çalışıyoruz. Yeniyi aramak ve bulmak, en olumsuz zamanlarımızda bile olmasını istediğimiz bir şey. Her yeni yılın başında yeni hayaller ve umutlar kurgulamamızın ardında bu özelliklerimiz var.
Yaşamı Kavramak
Bazen yaşamımız, öyle kilitlenmiş, değişmez ve boz bulanık görünüyor ki… Bu durumdan umutsuzluğa ve yeise kapılabiliyoruz. İçimiz bir değişim umuduyla yanarken, çevremizin dört duvar hapishane olduğu fikriyle boğazımız düğümlenebiliyor. Hüznü, umudu ve yeisi birlikte yaşıyoruz.
Yaşamımızın öyle anları var ki; bizi yoran damlaların bardağımızı doldurduğunu hissettiğimiz oluyor. Ya da çölde kalmış bir kaya parçası gibi rüzgâr ve güneşle taneler halinde dağıldığımızı ve yok olduğumuzu hissedebiliyoruz. Böyle bir durumun belli başlı iki farklı sonucu oluyor. Ya daha fazla içe dönüp karanlığımızı koyulaştırıyoruz ya da patlamaya aday bir yağmur eşliğinde tufana dönüşüyoruz. Böyle zamanlarda bir kırılma yaratmaya, zaman eksenine yeni bir çentik atmaya ihtiyacımız oluyor. İçimizin karanlığını artıran ve bizi bir tufana sürükleyen ruh halinden –ama öncelikle bu ruh halinden– kurtulmamızı sağlayacak bir silkinmeye ihtiyaç duyuyoruz.
Bu anlamda zaman eksenine attığımız çentikleri, yani başlangıç fırsatlarını sempatiyle karşılamak şeklinde düşünebiliriz. Sinerji açısından baktığımızda; yılbaşının, doğum günü kutlamalarının veya sevdiğimizin ölümünü anma günlerinin hangi kesimin veya toplumun kültürüyle ilgili sorunu silikleşiyor. Özel günler, bir anlamlandırma haline dönüşüyor. Özgün veya yabancı olan ise ancak o özel günü nasıl kutladığımız olarak ayrışıyor.
Yeni yıl, zaman eksenine koyduğumuz işaretlerden sadece bir tanesidir. Yeni yılın başlangıcı, zamanı bir kez daha anlamlandırmak için, geleceğe yeni değerler atamak için ihtiyacımız olan bir fırsata dönüşüyor. Yılbaşının ne miladi takvimin başlangıcı ne de İsa’nın doğumu gibi bir kültürel unsurla ilgisi yok. Önemli olan, geleceğe uzayan yaşamımızı bir vesile ile bir kez daha anlamlandırmak ve ona yeni bir değer atamak…
Gürcan Banger