Covid-19 salgını nedeniyle –sağlık, iş fırsatlarının daralması, işsizlik ve geçim sıkıntısı gibi sorunlara ek olarak– en fazla gündemi işgal eden konulardan biri eğitim oldu. Okulların açılması, yüz yüze eğitimin başlaması ve bunun öğretmenlere ve öğrencilere hastalık riski olarak yansıması sıklıkla tartışıldı. Aşının gelişi ile birlikte eğitim çalışanlarının aşı olma durumu eğitim meslek örgütlerince gündeme getiriliyor.
Donanım ve yazılım alanlarındaki yeni teknolojik gelişmelere dayalı olarak bir başka tartışma ise uzaktan eğitim metodoloji ve teknikleri üzerinden sürüyor. Küresel ölçekte yazılım firmaları İnternet üzerinden yapılan çevrimiçi oturumlar için yeni araçlar geliştiriyor. Fiziksel mekânlarda yüz yüze yapılan uygulamaların sanal ortamda yapılabileceği yazılımlara her geçen gün yenileri ekleniyor.
Yukarıda özetlediklerim veya medya manşetlerinde yer alan konular arasında eksik olan bir unsur var: Eğitimin içeriği. Dünya daha önce bu denli ivmeli bilimsel ve teknolojik değişime tanık olmadı. Böyle bir değişimin kaçınılmaz biçimde eğitimin içeriğine yansıyor olması gerekir. Eğitim sisteminin maddi unsurlarını, metodolojilerini ve tekniklerini konuşurken yeni eğitimin içeriğinin ve felsefesinin ne olması gerektiğini çok ciddi biçimde ihmal ediyoruz.
18’inci yüzyılın Aydınlanma Dönemi yazarı, tarihçi ve düşünür Voltaire “Bir gün her şeyin daha iyi olacağı ümidimizdir. Bugün her şeyin iyi olduğu ise yanılsamamızdır” demiş. Gelecek bugünün üzerine kuruludur. Geleceğin başlangıç noktası içinde bulunduğumuz andır. Geçmişten bugüne kadar biriktirdiklerimiz, geleceğin sermayesi ve enerjisidir. Geleceği elimizde mevcut olan bu sermaye ve enerji ile kurarız. Eğer sermaye eve enerji kabul ettiğimiz şey bir yanılsamadan ibaret ise kuracağımız gelecek de ümit ettiğimiz şey olmayacaktır.
Sermayenin en önemli bölümü insan kaynağıdır. Bu sermayenin geçmişten bugüne birikmiş olan bilgi ve deneyimi edinmesinin yolu ise eğitimdir. Eğer insan kaynağının eğitim ile daha nitelikli hale getirilmesinde sorunlar var ise eğitim kurumu sayesinde geçmişin ve bugünün sorunlarını geleceğe taşıyor olacağız.
İnsanın ve toplumların yaşam çevresi değiştikçe eğitim dediğimiz kurumun özü ve şekli de değişiyor. Ama her zaman eğitimin değişimi çevre şartları ile eşzamanlı olamıyor. Dünya değişirken bazı kurumların geride kaldığı gibi eğitim de yeni şartlara ayak uydurmakta sıkıntılar, ayak sürümeler, engellemeler veya değişime direnmeler yaşayabiliyor.
Son 50 yılın en önemli özelliklerinden birisi bilişim ve iletişim ile diğer benzeri teknolojilerdeki ilerleme oldu. Bu gelişmeler dünyanın geleneksel kabul edebileceğimiz varsayımlarını, kabullerini ve alışkanlıklarını iyiden iyiye sarsıyor. Değişime uyum gösterenler var. Bazı kurum, kuruluş ve yaşam-iş modelleri ise zaman içinde silinip gidiyor.
Uyum ve uyarlanma sıkıntısı çekenler arasında eğitim kurumu dikkatimizi çekiyor. İlköğretimden yüksek öğrenime kadar hâlâ sınıf kurumu içine sıkışmış haldeyiz. Sınıftan vazgeçemiyoruz ama daha da önemlisi hızla gelişen teknoloji sınıf üzerinde çok az etki yapmış gibi görünüyor. Dersliklere İnternet bağlantısı kurmak, projeksiyon cihazı koymak ya da sınıftaki her öğrenciye bir tablet bilgisayar vermek zevali kurtaracak mıdır? Mevcut haliyle uzaktan eğitim sorunlara çözüm olamadı ki, tekrar yüz yüze eğitime geri dönmek için şartlar zorlanıyor.
Çoğu zaman kabul ettiğimiz kalıplaşmış eğitim modelinden vazgeçmeden eskisini iyileştirerek çağa ve yeni ekosisteme uyum sağlayabileceğimizi varsayıyoruz. İnternet, bilgisayar ve projeksiyon cihazı kullansak da sistem hâlâ öğretmen odaklı olmayı sürdürüyor. Bu eğitim şekli bilgi miktarının arttığı ve çeşitlendiği bir dünyanın ihtiyaçlarını karşılamaktan hayli uzak. Diğer yandan geleneksel derslik eğitiminin ‘icat edildiği’ çağlara oranla çok daha farklı teknoloji meraklısı öğrencilere sahibiz.
Farklılığın ve çeşitliliğin bu kadar arttığı bir çağda hâlâ ‘tek tip elbise’ mantığı ile eğitimi kurumunu işletmeye çalışıyor olmamız anlaşılır ve kabul edilebilir değildir. Eğitim sisteminin aktardığı bilgi sanki aynı işi yapmak üzere robot programlama işine benziyor. Çeşitliliği ve farklılıkları dikkate almadan tüm genç insanlara aynı ‘programı yüklemeye’ çalışıyoruz. Bunu yaparken ilköğretimden lisans sonrası eğitimine kadar asla farklı bir yaklaşım göstermiyoruz. Genç insanların değişik olabilen ilgilerini, tercihlerini ve motivasyonlarını dikkate almaksızın diploma almak (ve bir sonraki aşamaya geçmek) üzere aynı şekilde programlanmış olmalarını istiyoruz. İşin ilginci, aynılaştırılmış bir şekilde kötü bir eğitim sisteminin süzgecinden geçmiş genç insanların değişen iş yaşamının ve ekonominin şartlarına uyum sağlayamadıkları konusunda biteviye şikâyet ediyoruz.
Felsefe tarihi ve analitik felsefe alanlarında çalışmış ABD’li düşünür Richard Rurty’nin Türkçeye de çevrilmiş “Olumsallık, İroni ve Dayanışma” isimli kitabından zor ama anlamlı tespiti ile bağlayayım: “İlginç felsefe, nadiren bir tezin lehte ve aleyhte yönlerinin incelenmesidir. Genellikle açık ya da kapalı olarak bir saçmalık haline dönüşmüş yerleşik sözcük hazinesi ile büyük şeylerin belli belirsiz sözünü veren yarı oluşturulmuş yeni kelime hazinesi arasındaki yarıştır.” Bir yandan eski ve geleneksel olanı sürdürmeye çalışıyoruz, diğer yandan tam olarak oluşturamadığımız yeniyi mevcuda eklemleme çabasındayız. Eğitim alanında da aynen böyle oluyor.
Eğitime Sistemi: Nesneler, Araçlar
Eğitim sistemine hâlâ nesneleri ve araçları açısından bakmayı sürdürüyoruz. İşin özü gözden kaçmaya devam ediyor. Bilimsel ve teknolojik değişimin dünyayı dönüştürmeye başladığı çağda eğitimi alanın ve ne aldığının önemi ve değeri yeterince anlaşılmış görünmüyor.
Ne yazık ki, eğitim sistemimiz öğrencilere hâlâ tek tip programlanması gereken makine-teçhizat gibi bakmayı sürdürüyor. Bunda eğitim sistemini kurgulayan, değiştiren ve yönetenlerin zafiyeti var. Ama daha önemli olan, dünya ve teknoloji ile birlikte, eğitim kurumunun da özü açısından değişmesi gerektiğinin gerçek anlamda anlaşılamaması… Örneğin konjonktür, farklılaşmanın öne çıkarılmasını öngördüğü halde eğitim sistemi dersliğinden öğretmenine, yöneticisinden eğitim malzemesine kadar her şeyi aynılaştırmak üzerine kurguluyor.
Mevcut eğitim sistemi; genç insanların yeni şartlara uyum sağlamaları ve onlara farklılaşarak kendilerini geliştirmeleri konusunda yardımcı olmuyor, katkı koymuyor. Ama mesele bundan ibaret de değil. Sorunlar demetinin yetişkinler açısından da dikkate alınması gereken yönleri ve boyutları var.
Örneğin öğretmenler ve yöneticiler, giderek artan nitelikli eğitim talepleri karşısında çığ gibi büyüyen öğrenci nüfusuna karşılık kısıtlı bütçelerle çözüm üretmek zorunda kalıyorlar. Diğer yandan eğitim sisteminin bu yetişkinlerinin sıkı mevzuat karşısında fazlaca esneklikleri de yok. Eğitim sürecinin yapılandırılması, işletilmesi ve değiştirilmesi siyasetin, ideolojilerin ve bağnazlıkların etkisi altına girdiğinde ise iyi niyetli eğitim yetişkinleri için bile yapılabilecek çok şey kalmıyor.
Artan nüfusun talebini karşılamak üzere daha fazla sayıda okullar yapıldı. Derslik sayısı arttı. Müteahhit vicdanların ve kontrolcü dürüstlüğün elverdiği ölçülerde eğitim binaları daha kaliteli hale geldi. Öğretmen sayısı yükseldi. Eskiden depolarda kullanılmadan eskiyen bilgisayarlar öğrencilere sunulur hale geldi. Sınıflara bilgisayar ve projeksiyon cihazı koyduk. Daha fazla ders malzemesi bulunabiliyor. Her öğrencinin bir tablet bilgisayarı olması için çalışmalar var. Tüm bunlar, sistemin değiştiği anlamına geliyor mu?
Yukarıda özetlediğim çerçeveye rağmen eğitim sisteminin derslik, sınıf ya da öğretmen gibi kalıplaşmış tiplerinde devrim niteliğinde bir değişim olmadı. Özellikle öğretmenin tanımında ve fonksiyonel rolünde 20’inci yüzyıl boyunca önemli bir gelişme görülemedi. Sistemin odak noktası, bir derslikte öğretmen etrafında şekillenmiş ve (akışın öğretmenden öğrenciye doğru olduğu) tek yönlü olarak işleyen bir model olarak kaldı. Bilginin miktarının ve çeşitliğinin arttığı ve bireysel farklılaşmanın öne çıktığı bu dönemde böyle bir sistem ne öğrenciler ne de öğreticiler açısından sürdürülebilir gözükmüyor.
Hâlâ yaşatmaya çalıştığımız eğitim sistemine tek tip seri üretim yapan öğrenci fabrikası benzetmesi yapmak pek de yanlış olmaz. En azından “Teşbihte hata olmaz” kalıbına sığar. Yaşadığımız dönemin küresel yönelimleri eğitim de dâhil olmak üzere yaşamın pek çok alanında farklılaşmayı, bireyleşmeyi ve kişiselleştirmeyi öne çıkarıyor. Buna karşılık eğitim sistemi hâlâ öğrenci fabrikası olma özelliğini taşımaya devam ediyor. Burada açık bir çelişki olduğunu kolayca görebiliyoruz.
Çelişkiyi tespit etmekle birlikte, sorunu söylemek çözümü tasarlamak ve gerçekleştirmek anlamına gelmiyor. Yeni bir modele ihtiyacımız var. Büyüyen nüfus ve kısıtlı ekonomik kaynakların baskısı altında bunu nasıl sağlayacağımız önemli sorular olarak karşımızda duruyor. Tümden ezber sistemine geri dönme özlemiyle tutuşan siyasal bağnazları düşündüğümüzde, eğitim sisteminin ihtiyacı olan çağdaş değişimin çok daha zor olduğu gün gibi ortada…
Nasıl Bir Eğitim Sistemi?
Covid-19 salgını nedeniyle pek çok kurum gibi eğitim sisteminin de sarsıntılar geçirdiği bir dönemi yaşıyoruz. Okul gibi fiziksel mekânlarda yapılan eğitimin yerini İnternet uygulamaları ve TV kanalları aldı. Ama memnuniyetsizlik kaynaklı çeşitli eleştiriler eğitim kurumunun iç ve dış gündemini işgal etmeyi sürdürüyor. Şu anda yaşanmakta olan kısıtlı yaşam sonsuza kadar sürmeyecek. Diğer yandan her sorunun yeni fırsatlar yarattığını düşünürsek, eğitimin içine düştüğü sıkıntılı durum yeni çözümlerin de vesilesi olabilir. Şu an geçmişteki fiziksel mekânda yapılan eğitimi sanal olanla ikame etme gayreti içindeyiz. Hâlbuki çağın ihtiyaçlarına uygun yeni eğitim içeriğini, ilkelerini, metodolojisi ve tekniklerini geliştirmek zorundayız.
Eleştiri ciddi iştir. Ama eskinin yerine gelecek olanı tasarlamaya göre daha kolaydır. Eğer yeni bir eğitim sisteminden söz edeceksek onun tasarımına ilişkin öngörülerimiz olmalı. Bir sistem hakkında öngörüler geliştirmenin yollarından birisi ise onun bileşenleri ve paydaşlarındaki değişim ve gelişime dikkat etmektir. Eğitim söz konusu ise böyle bir sistemin unsurları arasında öğrencileri, eğiticileri, aileleri, girişimcileri, politika yapıcılarını ve araştırmacıları sayabiliriz.
Yeni bir eğitim sistemine ilişkin olarak öğrenciler açısından neler söyleyebiliriz? Yeni eğitim öğrencilerin farklı ihtiyaç ve ilgi alanlarına yönelik olmalı. Her genç (ya da yetişkin) bireyin kendisi için tasarlanmış olan bir öğrenme deneyimini yaşamalı. Bu yaklaşımla oluşturulmuş deneyim zenginliği oluşmalı.
Mevcut sistemin dayatmacı yaklaşımına oranla öğrencilerin daha fazla kişisel seçimleri olabilmeli. Kendi durumlarına uygun öğrenme yaklaşımlarını seçebilmeleri için cesaretlendirilmeli ve bu yönlü gelişmeleri sağlanmalı.
Yeni bir eğitim düzeninde öğrencilerin birden fazla öğrenim modelini seçebilme fırsatları olacağını düşünebiliriz. Tek bir eğitim süreci içinde tek başına, küçük gruplar içinde veya daha büyük topluluklarda eğitim alabilme fırsatları olmalı. Eğitim yöntemi olarak ders dinleme, proje yapma, öğrenme odaklı oyun oynama ya da yeni geliştirilmiş başka teknikleri seçebilme imkânları bulunmalı.
Eğitim bilgisayar başında, etkileşimli TV kanalında veya yüz yüze olarak eşzamanlı alınabilmeli ya da öğrenci daha önce kaydedilmiş, gelişkin bir dersi materyalini uygun zamanında kullanabilmeli. Bunlardan herhangi birini durumuna uygun olarak seçebilmeli. Eğitim ihtiyacı içindeki genç birey teknolojinin geldiği noktada akıllı telefondan tablet bilgisayara kadar herhangi bir ortam üzerinde öğrenme deneyimini yaşayabilmeli.
Yeni eğitim konusunda sadece bilgi ve deneyimin iletildiği ortama kilitlenip kalmak bir kez daha geleneksel eğitim hatalarından birine saplanmak anlamına gelir. Eğitimin ortamı ve iletişim aracı değişir ve gelişirken benzer bir ilerlemeyi içerik alanında da öngörmek gerekir. Öğrenci için çeşitlendirilmiş farklı içerikler sağlanırken bunlara erişim için bir dizi yöntem, araç ve teknik geliştirilmiş olmalı.
Eğitimi fiziksel okul ile sınırlama algımızı değiştirmek zorundayız. Okul öğrenmenin gerçekleştiği tek seçenek olmaktan çıkmalı. Geleneksel okul, genç insanların yetişmesinde yetişkinlerin daha farklı roller aldıkları yeni bir anlayışla yeniden kurgulanmalı.
Bilgi Çağı’na uygun bir öğrenme başarısı elde etmek için okulun yanına neredeyse yaşamın tüm alanlarını eklemek zorundayız. Toplu yaşam mekânları, müzeler, kütüphaneler, parklar, alışveriş merkezleri ve en önemlisi ev öğrenmenin fiilen (uygulamalı olarak) gerçekleştiği ortamlar halinde düzenlenmeli.
Zorunlu eğitim aşamasında neredeyse hiç seçme şansınız yok. Önünüze koyulan yemeği yemek (sunulan eğitim müfredatına razı olmak) zorundasınız. Hâlbuki yaşadığımız zamanın ruhunun farklılaşma, çeşitlenme, bireyleşme ve kişiselleştirme özelliklerine sahip olduğunu biliyoruz.
Böyle bir durumda eğitim ihtiyacı olanlar olarak kendi öğrenme planımızın sahibi olabilmemiz gerekiyor. Kendi beğeni, ilgi, motivasyon ve öğrenme tarzımıza uygun ayarları kendimiz yapabilmeliyiz. Hedeflerimizi koyarken ve başarıyı ölçerken katılımımız daha etkili olmalı.
Böyle bir hedefe sıfır zamanda varmayacağız. Bu kurguyu gerçekleştirmek zaman alacak. Ama eğitime böyle bakmayan topluluklar dünde kalırken değişimi başaranlar çoktan ışık hızına çıkmış olacaklar.
Eğitim, Bilim, Teknoloji
Yaşadığımız Bilgi Çağı, öğrencilerin eski dönemlere göre ihtiyaç ve taleplerinin değişmesine neden oluyor. Ama konu sadece ihtiyaç ve talebin ifadesinden ibaret kalamaz. Eğitim yöneticilerinin ve eğitimcilerin değişen ve gelişen şartlar çerçevesinde yeni taslaklar ve kurgular hazırlığı içinde olmaları lazım.
Sistemin oluşturulması ve yürütülmesinden sorumlu olan eğitimcilerin, öncelikle bu kuruma olan ihtiyacın bireyselleşme yönünde geliştiğini fark etmeleri gerekiyor. Bilgi Çağı’nın eğitim sistemi, bireyin farklılaşan ve giderek kişiye özel hale gelmesi gerektiğinin ayırdına varmak zorunda. Bu bağlamda eğitimciler de öğrenciler için bireysel öğrenme programlarını geliştirmeliler. İnsan uygarlığı olarak öğrencilerin derslik adını verdiğimiz seri üretim hattında, birbirinin tıpatıp benzeri olarak üretildikleri zamanı çoktan aştık.
Eğitim programlarının bireysel ve kişisel özellikli hale gelmesi, eğitimci ve yönetici görevlerini de değiştirecektir. Eğitim yönetimi, topluluklara yönelik olarak yapılan faaliyetlerden bireyleri hedefleyen farklılıkları içeren bir tarza yönelecektir. Buna bağlı olarak eğitimci ve yöneticilerin sistematik sorumlulukları da değişim gösterecektir.
Eğer Bilgi Çağı’nın yönetimi herkese eğitim hakkı veren ve bunu farklılıkları dikkate alarak yapan bir anlayış olacaktır. Bunu artık eğitimin sadece okulda değil, yaşamın her alanında olacağı şeklinde okuyabiliriz. Yaşamın tamamına yayılmış bir eğitim ihtiyacı ise toplumun farklı alanlarındaki kişi, kurum ve kuruluşların yönetim anlamında da işbirliği yapmaları anlamına gelir. Bu nedenle Bilgi Çağı’nda eğitim sadece devletin işi değildir.
Devletin işi olmayışının okuması ise sadece eğitim kurumunun özelleştirilmesi olarak okunamaz. Bilgi Çağı’nın eğitim sistemi devletten girişimcilere, ailelerden yerel yönetimlere, eğitim uzmanlarından sivil toplum kuruluşlarına kadar pek çok kesimi birincil düzeyden ilgilendirecek ve sorumlu yapacaktır. Önümüzdeki dönemde eğitim yaşamın her alanında olacaktır; bu nedenle yönetimi de toplumun her alanındaki unsurların işbirliği ve koordinasyonunu gerektirmektedir.
Bilişimdeki gelişmelere bağlı olarak İnternet teknolojilerindeki gelişme ve yaygınlaşma ile birlikte bir gerçeğin farkına vardık. Enformasyon çeşitlenir ve yaygınlaşırken onunla birlikte hatalı, yanlış veya kötü niyetli veri / bilgi anlamına gelen dezenformasyon da üretiliyor ve büyük insan topluluklarına ulaşıyor. Eğitimcilerin, gerçeğin ifadesi olarak doğrulanmış sağlam bilginin eğitim sisteminin yararlanıcıları olan öğrencilere ulaşmasını sağlamaları gerekiyor. Bu amaçla bilim ve teknolojinin geldiği noktada mümkün yöntem, teknik ve araçların kullanıma hazır hale getirilmesi yukarıda sayılan kişi, kurum ve kuruluşların görevi haline geliyor.
Eğitim, bir uzmanlık alanı… Bu nedenle eğitimcilerin ve eğitim yöneticilerinin bu alandaki sorumlulukları daha ileri noktalara taşınıyor. Bu sorumluluk ve yükümlülük süreci eğitimcilerin işbirliği, iletişim ve koordinasyonunun önemini artırıyor. Bu nedenle sistem, eğitimciler için erişimi ve kullanımı kolay yeni ağlar oluşturmak zorunda.
Eğitimci ve eğitim yöneticisinin yeni fonksiyonlarından birisi, öğrenmeyi daha kolay ve verimli hale getirecek bir yöntemler, teknikler ve araçlar seti oluşturmak… Her öğrenci bu setten kendisine uygun olanları seçebilmeli. Kendimizi eğitimin okulda ve sınıfta yapıldığı, temel yaklaşımın ise tek tip malzeme kullanımı olduğu saplantısından kurtarmamız gerekiyor.
Özetlersek; eğer Bilgi Çağı’nın temel özelliklerinden birisi farklılaşma ise; eğitim sistemi de çeşitlendirdiği ve farklılaştırdığı yöntem, teknik, araç ve malzemelerle bu özelliğe uygun bir davranış modeli göstermek zorunda…
Eğitimi Yeniden Düşünmek
Her problem, yeni fırsatlar yaratır. Yaşadığımız Covid-19 salgını da ekonomiyi, sosyal yaşamı ve özel olarak eğitimi yeniden düşünmemiz için fırsatlar yaratıyor. Dünyanın bilimsel ve teknolojik olarak hızla değiştiği böyle bir dönem, eğitimi yeniden düşünmek ve tasarlamak için değerlendirilmek zorunda… Sadece yeni eğitime –ki artık “öğrenme” demek daha doğru– sadece teknoloji, metodoloji, teknikler ve fiziksel altyapı açılarından değil; ilkeler ve içerik olarak da yenilikçi bir vizyonla bakmak gerekiyor.
Eğitim sisteminin ilerleme sürecinde en belirgin yönelimlerden biri, ailelerin çocuklarının eğitimine verdikleri önem oldu. Anne ve babalar, eğitimin toplumsal yaşam içinde yükselen değerini dikkate alarak bu konu ile daha yakından ilgilendiler. Diğer yandan son yarım yüzyılda bilişim, iletişim, medya ve İnternet teknolojilerindeki değişim ile Bilgi Çağı’nın gerekleri eğitim kurumu karşısında ailenin konumunu da değişmeye zorladı. Günümüzde çocuğun okula devamlılığı ve giyimi ile okul malzemesinin sağlanması gibi sıradan ihtiyaçlar, ailenin eğitim sistemindeki görevini tanımlamakta yeterli değil. Artık aile, değişen sistemin farkında olmak ve kendi fonksiyonunu bu duruma göre biteviye yeniden tanımlamak zorunda.
Bilgi Çağı’nın eğitime yansıttığı en önemli özelliklerden biri, eğitimin bireyselleşmesi ve kişiselleşmesidir. Bu nedenle çocuğun ihtiyacı olan özel eğitimin –kendi tercihleri de dikkate alınmak üzere– farkındalığı ve seçimi ailenin birincil sorumlulukları altına giriyor. Bunu, çocuğun eğitimi açısından ailenin temsilcilik ve hak savunuculuğu misyonunun arttığı yönünde yorumlayabiliriz. Bu bağlamda değişen eğitim sisteminin yeniliklerinin aile içi ortama ve çocuğun yaşam ile bağlantısına eklemlenmesi görevleri, ailenin bu misyonu kapsamında düşünülmelidir.
Bilgi Çağı’nın bir başka özelliğinin teknolojide olağanüstü boyut ve içerikte gelişmeler olduğuna yukarıda değinmiştim. Hatta sosyal ve kültürel kurumların henüz bu bilimsel ve teknolojik gelişmeye uyumlu ve uyarlı hale gelemediğini söyleyebiliriz. Çocuğun kendi eğitimi konusunda teknolojik alanlarda güçlü yanlarını geliştirmesinin sorumluluğu –kamusal yükümlülükleri dikkate alsak bile devletten çok daha önce– kendi ailesine düşüyor. Bu nedenle aile çocuğun eğitimi ile teknolojik gelişimi hangi araç, yöntem ve teknikler aracılığı ile eklemleyebileceği konusunda farkında ve bilgili olmak zorunda.
Ortalama aile yapısı düşünüldüğünde, bunu kısa ve orta vadede kolay olmadığını öngörerek bu alanlarda kamusal ve sivil nitelikli desteklerin geliştirilmesi gereğini ifade edebiliriz. Gene bu bağlamda okul-aile birlikleri gibi yararlılıkları ve fonksiyonları eskimiş yapılar yerine aile ile eğitim sisteminin diğer unsurlarını bir araya getirecek inovatif (yenilikçi) yapılanmalara gerek var. Eğitim sistemi açısından da Bilgi Çağı özelliklerinden birinin işbirliği, iletişim ve ilişki olduğunu kavramalıyız. Eğitimciler ve eğitim yöneticileri ile ailelerin doğrudan işbirliği yapabilecekleri yeni kurumsal yapılara ihtiyacımız var.
Bilgi Çağı’nda çocuğun eğitimini, sadece onu özne kabul ederek başaramayız. Bu denli yoğun ve karmaşık hale gelmiş bir dünya düzeninde çocuğun eğitimi, sistemi oluşturan başka unsurların da eğitim ve danışmanlık hizmetleri ile iyileştirilmesi gereği anlamına gelir. Özetle; yeni eğitim sisteminin ön şartlarından biri Bilgi Çağı’na uygun yetişkin eğitimi, kurum ve yapılarının geliştirilmesidir. Bundan çıkaracağımız sonuç, çocuğun eğitiminin ailenin yetişkin eğitimi ile eklemlenmiş olmasıdır.
Eğer böyle bir kurumsal eklemlenme başarılamazsa, bir kez daha geleneksel eğitimin eskimiş tuzağına düşülmüş olur. Bu tuzak ‘okul’ ile aile arasındaki mesafenin yok edilememiş ve duvarların kaldırılamamış olmasıdır. Yeni eğitim ekosisteminde, bugün özellikle okul olarak isimlendirdiğimiz –yeni dönemde farklılaşmış olacak yeni– eğitim alanları ile evin (ailenin) ilişkisinin açık, kolay, zengin ve akışkan olması gerekiyor.
Yeni eğitim sisteminin tasarlanması ve kurgulanmasında politika yapıcılara, girişimcilere ve sivil toplum kuruluşlarına görevler düşecek, sorumluluklar yüklenecek. Yeni bir sistem, ilgili tüm unsurların katılımı ile oluşturulacak. Ama kesin olan şu ki; bu, eskiye hayranlık duyulup düne dönmeye ya da eskimiş olanı sıradan önlemlerle iyileştirmeye çalışarak olmayacak.
Gürcan Banger