Teknoloji ivmeli bir hızla çeşitlenerek yükseliyor. Bir başka değişim ise teknolojilerin birbirleri ile eklemlenerek yeni formlar oluşturmaları şeklinde gelişiyor. Bu gelişim ise yeni fırsatlar ve riskler oluşturarak toplumları ve ekonomileri değiştirici etkiler yapıyor. Örneğin üretimi oluşturan faktörlerin arasına yenileri katılırken bazıları öne çıkıyor, kimileri ise hızla öne çıkıyor. Örneğin geçen yüzden beri bilginin ve bilgiyi üretmek için gerekli süreçlerin üretimdeki baskınlığı hızla artıyor. Teknolojinin (dolayısıyla makineleşmenin) üretim içindeki payı büyürken iş gücü bu değişimden olumsuz etkileniyor.
Teknolojik değişime kuş bakışı göz attığımızda bilişim, iletişim, İnternet, sensör (veri toplama) ve otomasyon teknolojilerindeki ciddi bilgi ve uygulama artışını gözlüyoruz. Bunlara paralel olarak yaşamın her alanında iletişime uygun, akıllı cihazların sayı ve çeşitlilik olarak yükseldiğini izliyoruz. Geçmişte herhangi bir iletişim ve bilgi işleme özelliği olmayan eşya, emtia ve artifaktların önümüzdeki kısa ve orta gelecekte bu becerilerle donanmış olacağını söyleyebiliriz. Her nesneyi iletişebilir ve bilişebilir hale getirecek olan bu gelişime “Nesnelerin İnterneti” (son zamanlarda “Her Şeyin İnterneti”) adı veriliyor. Bu bağlamda insanlar ve makineler arasında gereğinde veriyi işlenmiş halde servis eden, akıllanmış, çok hızlı ve çift yönlü (iletişim ötesi) etkileşim gerçekleşecek. Makineler, sistemler ve süreçler yüksek oranda karar üretebilen bir konuma yükselecek. Düşük nitelikli iş gücünü üretim süreçleri dışına itekleyecek gelişmelerin arka planı böyledir.
Bir başka gelişme ise üretim araçlarının ve metodolojilerinin değişiminde yaşanıyor. Bilgisayarlarla etkileşebilen (veya zaten kendisi aynı zamanda bilgisayar olan) makineler insan müdahalesini gerek kalmadan üretim yapma başladılar bile. Bunda geleneksel kalıp teknolojilerinden üç boyutlu baskıya (artırımlı – eklemeli teknolojiye) geçişinde etkisi var. Adeta bir kâğıda çizen yazıcıların hızına ve kolaylığına benzer şekilde üç boyutlu baskı sistemleri küçük yedek parçalardan insan uzuvlarına, gıda ürünlerinden ev ve arabalara kadar her şeyi üretme yeteneğine sahipler. Bunları veri işleme yetenekleri ile birlikte gerçekleştirdiklerinde geleneksel fabrikalardan farklı bir üretim mekânına geçiş yapacağımız kolayca anlaşılıyor. Bu yeni türden üretim mekânına “ışıksız fabrika” adı veriliyor. Bu mekânda makineler –insani iş gücünün gerek duyduğu– yeme, içme, ısıtma, aydınlatma, taşıma gibi maliyet kalemlerine ihtiyaç duymayacak.
Geçtiğimiz yüzyılın üretim modelinde iş gücü, maliyetin büyük bölümünün oluşmasında ağırlığı olan bir bileşendi. Bu nedenle kendi gelişmiş ülkelerinde iş gücünün yüksek maliyetinden kaçan yatırımcılar ve şirketler dünyanın farklı ve emeğin görece ucuz olduğu yerlerde konumlandılar. Bu anlayış çerçevesinde Güneydoğu Asya gerçek çekim merkezlerinden birisi oldu. Teknolojinin geliştiği bu dönemde ise iş gücünün cazibesini yitirmesi ile birlikte bu bölgeler ve şehirlerde çekim merkezi olma niteliğini kaybediyor. Şimdi üretimin ışıksız fabrikalar olarak geriye göç etme zamanıdır. Karşımızdaki soru şudur: Geriye göç hangi bölgelere ve şehirlere doğru olacak?
Yeni türden ışıksız fabrikalar yapıları gereği bir gelişmiş ülke arazisinin tarıma ve yerleşmeye uygun olmayan bölgelerine kolayca yerleşebilirler. Ayrıca gelişmiş ekonomiler bu üretim merkezlerinde yoğunlaşmış olan ileri teknoloji sistem ve metodolojilerini başkaları ile paylaşmak istemeyebilirler. Böyle bakıldığında geriye göçün hedefinde kapitalizmin gelişmiş ülkelerinin olacağını öngörebiliriz. İlk izlenimlere göre geri göçle birlikte ışıksız fabrikalar ne Kenya’ya ne de Konya’ya gelecektir.
Yeni, hızlı, çeşitli ve kapsamlı teknolojik gelişmelerin kent yerleşimlerini ve şehirleri nasıl etkilemesini bekliyoruz? Yaşamakta olduğumuz ve kısa-orta vadede gerçekleşmesini beklediğimiz teknolojik değişime bir kez daha göz atalım. İnsan yerleşimlerini etkileyebilecek olan yeniliklerin odağında bilişim, iletişim, İnternet, otomasyon, sensör (veri toplama) ve otomasyon gibi teknolojiler yer alıyor. Bunların başka alanlardaki mevcut ve muhtemel etkilerini dikkate aldığımızda yakın ufkumuzda yer alan yaşam mekânlarını “akıllı yerleşimler” olarak nitelemek zor olmaz.
Daha şimdiden örnekleri görülmekle birlikte ilerleyen zamanda kentsel hizmetlerin, altyapının ve ulaşım yollarının giderek daha fazla oranda internet bağlantılı olacağını öngörebiliriz. Bir kent yaşamsal yapılardan ve çeşitli artifaktlardan oluşmakla birlikte daha değerli olan, bunların arasındaki akışlardır. Bir yerleşimde değişim noktalar arasında insan, taşıt, ürün, malzeme, enerji ve enformasyon gerçekleşir. Yeni dönemde akıllı yerleşimlerde bu akışlarla ilgili trafik yeni teknolojilerin oluşturulmasına imkân verdiği zeminde gerçekleşecek. Dünyanın yenilikçi özellikleri ile öne çıkan kentlerine baktığımızda buralarda mevcut durumda bile taşıt park etme (otopark), aydınlatma ve çöp toplama gibi bazı yerel yönetim hizmetlerinin akıllı otomasyon ile yerine getirildiğini görüyoruz. Vizyoner ülke ve kent yönetimlerinin teknolojik gelişmenin imkânlarından yararlanarak kent hizmetleri konusunda ‘barbar dönemlerden’ miras kalan yaklaşımlardan çoktan uzaklaştığı bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzde gelişmişliğin ölçülerinden birisi yurttaşların genel anlamda kentsel yaşam kalitesidir.
Kentsel gelişmişlikten söz edildiğinde; çoğu zaman sosyal ve kültürel yaşama ilişkin kozmetik projeler anlaşılır. ‘Güzel’ veya ‘iyi’ olarak nitelenen kent yerleşimlerinin belli başlı özellikleri olarak park gibi açık alan düzenlemeleri ile heykel vb. dış mekân artifaktları öne çıkarılır. Bir adım daha ileri gittiğimizde bunlara eğlence yerleri, müzeler, konser salonları, kültür merkezleri ve sergi mekânları eklenir. Gelişmiş kente ilişkin alaturka algı içinde o yerleşimin yenilikçi, bilimsel, teknolojik, sınai ve ticari gelişmişliği ve geleceğe ilerleme yeteneği yer almaz. Özellikle o yerleşimdeki iş, sanayi ve ticaret bölgeleri ile buralarda yaratılan katma değerin düzeyi akla gelmez. Çünkü ortalama yurttaştan yerel yöneticiye kadar alaturka algısı kentsel yerleşimin gelişmişliğini –üretimde olması gerekirken– tüketim odağında oluşturur. Üretim ve tüketim kalite ve yeteneklerini vizyoner biçimde planlanmış bir denge noktasında buluşturamayan kentler teknolojik değişimin nimetlerinden gerektiği ölçüde yararlanmaktan çok uzak kalacaktır.
Teknolojik değişim üretim perspektifinde kent yerleşimine neler kazandırabilir? Teknolojinin üretime yansımasını okumanın ilk adımı verimliliktir. Bir şehir kendini yeni teknolojik gelişmelerle donatma (bu bağlamda bilimsel ve teknolojik zenginliğini yaratma) yeteneğine sahip olduğunda bir bütün olarak kaynaklarını daha verimli kullanma niteliğine sahip olacaktır. Bu, üretkenlik artışıdır. Daha fazla katma değer üretebilen bir kent hem mekânsal bir bütün hem de orada yaşayan yurttaşlar açısından çok boyutlu olarak daha zengin hale gelecektir. Üretim geliri olarak yükselmeyen bir kentte yaşam kalitesinin yükselmesi ancak bir ‘balon etkisi’ şeklinde olur. Bir krizin yapacağı ‘toplu iğne etkisi’ bu balonun bir anda sönmesini sağlar.
Küresel teknolojik gelişime geri dönelim. Dördüncü Sanayi Devrimi veya Sanayi 4.0 olarak anılan bilimsel ve teknolojik gelişmeler küresel rekabeti sadece işletmeler ve çalışanlar için değil, kentsel yerleşimler açısından da daha zor hale getiriyor. Bu nedenle sadece işletmelerin değil, yerel yönetimlerin de bilimin, teknolojinin ve sanayinin yükselen bu yeni durumuna uyum sağlamaları gerekiyor. Bu değişimi doğru kavramayan kentler geleceğin yükselişini düşük yaşam kalitesi bataklığında ancak uzaktan izleyebilirler.
Genelde teknolojik gelişim, özelde inovasyon ve otomasyon dünyanın gelişmiş ülke, bölge ve kentlerinde gelişmek için daha çok fırsat ve imkân buluyor. Ortalama gelirin görece daha düşük olduğu, toplumda bilim ve teknolojinin doğru biçimde gelişemediği ulusal ve yerel ekonomilerde ise hâlâ emek yoğun üretim baskın halde. Pek çok sınai işletme iş gücü ve makine zamanı üzerinden düşük kâr oranları ile fason iş yaparak yaşamaya çalışıyor. Teknolojik değişimin gelişmiş ekonomilerde hızlı ve yaygın ilerlemesi hâlâ emek üzerinden kazanmaya çalışan ekonomi ve bölgeler için pek ‘iç açıcı’ görünmüyor. İleri teknolojinin gelişmiş ülkelerde yoğunlaşması ‘gelişmekte’ olanları oyunun dışına (düşen gelir bataklığının kıyısına) itekleyici etkiler yaratabilir.
Ülke ve bölge ekonomilerinin ekonomik olarak gelişimi burada yer alan kentlerin kazançlı gelişmesi ile yakından ilgilidir. Arzulanan ekonomik sonuçları alabilmek için bu şehirlerin ve bunlarla ilgili ekosistemlerin bilimsel ve teknolojik olarak çok yönlü beslenmeleri gerekir. Özellikle 20’nci yüzyıldan başlayarak kentler ekonomik büyümenin ve sosyal gelişmenin motoru niteliğine sahip oldular. Bu kentleri içine alan bölgeler rekabet açısından üstünlükler elde ettiler. Günümüzde de gelişmiş kentler bu niteliklerini sürdürüyor.
Kentlerin bilimsel ve teknolojik gelişimi sadece işletmelerin, üniversitelerin ve ar-ge kuruluşlarının misyonlarıyla sınırlanamaz. Bu yerleşimlerin söz konusu alanlardaki gelişimi ulusal, bölgesel ve yerel yönetsel tercihlerle çok yakından ilgilidir. Örneğin gelişkin bir internet altyapısı ve sunumu, ulaşım kolaylıkları, enerji tüketimi imkânları, atık geri dönüşümü, sayısal teknolojilerin uygulanma kolaylığı bir kentsel yerleşimin daha katma değerli ve daha yaşanabilir hale getirecektir. Bir başka deyişle bir kentin ‘iyi’ veya ‘güzel’ olması sadece mekânsal kozmetikle ilgili değildir; söz konusu yerleşim üretim-tüketim dengesi, gelir yaratma, bilim ve teknoloji geliştirme, inovasyon becerileri ve teknolojik düzey (hatta sanayi ve ticaret) açısından da üst sıralarda yer alabilmelidir. Yaşadığımız çağda doğal ve sürdürülebilir kaynaklara sahip olmayan yerleşimler açısından bilimsel, teknolojik, sınai ve ticari inovatif üstünlüklere sahip olmak vazgeçilmez niteliktedir.
Klaus Schwab’ın, Türkçesi Optimist Yayınları arasında yer alan “Dördüncü Sanayi Devrimi (The Fourth Industrial Revolution)” başlıklı çalışmasında değişik kaynaklardan alıntılarla verdiği bu konuyla ilgili anlatımını önemli buluyorum: “İngiltere’deki sivil inovasyon kuruluşu NESTA’ya göre, inovasyonu pekiştirmek için en etkin politikalara sahip olma bakımından küresel planda en iyi konumda olan beş şehir vardır: New York, Londra, Helsinki, Barcelona ve Amsterdam. NESTA’nın araştırması, bu şehirlerin özellikle değişimi etkilemenin biçimsel politika sahnesinin dışındaki yaratıcı yollarını bulmakta, hataya açık olmak ve (bürokrattan ziyade) daha çok girişimci gibi davranmakta başarılı olduklarını gösteriyor. Her üç ölçüde küresel planda şu anda tanık olduğumuz sınıfın en iyi örneklerini ortaya koyuyorlar. Aynı ölçüler gelişmekte olan piyasalardaki şehirlere ve gelişmekte olan dünyaya da uygulanabilir. Kolombiya’da Medellin şehri mobiliteye ve çevresel sürdürülebilirliğe inovatif yaklaşımları nedeniyle 2013’te Yılın Şehri unvanıyla onurlandırıldı ve diğer iki finalist olan New York ve Tel Aviv’i geride bıraktı.”
“Dünya Ekonomik Forumunun Şehirlerin Geleceği ile ilgili Küresel Gündem Konseyi Ekim 2015’te, çok çeşitli problemlere inovatif çözümler arayışında olan dünyadaki çeşitli şehirlerin durumlarını aydınlatan bir rapor yayınladı. Bu çalışma, Dördüncü Sanayi Devriminin ivmesini, bütünsel ve bütünleşik bir perspektifle bu devrimin getirdiği fırsatları –yukarıdan aşağı ve aşağıdan yukarı– kaldıraç olarak kullanmayı anlayabilen akıllı (ağ güdümlü) şehirlerin, ülkelerin ve bölgesel kümelenmelerin küresel bir ağından almasının onu benzersiz kıldığını vurguluyor.” Özetle; anlayabilenler için…
Gürcan Banger