Nevrotik Şirket

      Yorum yok Nevrotik Şirket

Son yıllarda en hızlı ve kapsamlı gelişen dallar arasında işletme ve yönetim kültürü önde geliyor. Bu konulara, kişisel gelişim alanındaki yenilikçi çalışmalar eşlik ediyor. Kitapçı raflarındaki örgüt kültürüne, iş modellerine ve kurumsallaşmaya ilişkin kitapların sayısındaki artışa bakınca, durumu biraz daha kolay kavramak mümkün oluyor. Benzer biçimde; üniversitelerimizde sözünü ettiğim bu konularla ilgili bölüm ve ders konularında da bir nitel ve sayısal çeşitlenme oluştuğunu gözlüyorum.

Bir yönetim danışmanı olarak; bu konulara ilişkin kitapları okumaya, seminerleri izlemeye ve bunların bizim işletmelerimize nasıl yansıması gereğini araştırmaya çalışıyorum. Her örgütte olduğu gibi, bir ekonomik işletmenin de en önemli unsuru insandır. Yukarıda sözünü ettiğim kitapların pek çoğunda ise; bir insandan mı, yoksa bir makineden mi söz edildiğini kendime hayretle sormaktan geri duramıyorum.

Örgütsel psikoloji veya yönetim psikolojisi adını taşıyan ruh bilimi kökenli dallar bile işletmedeki insanı doğru kavramakta zorlanıyor gibi… Bu tür teoriler, (İnovasyon çalışmaları bir yana) bir birey olarak çalışanı, sadece Fordist biçimde (seri üretimin bir parçası olarak) sisteme entegre etmeyi deniyor. Özellikle patronların ve üst düzey yöneticilerinin bozuk ruh hallerinin, ekonomik işletmeye olan yansılarını yeteri ölçüde dikkate almıyorlar. Muhtemelen; öğretmenlerin pedagojik formasyon eğitimi almalarına benzer biçimde, patron ve yöneticilerin de uygun bir psikolojik formasyona sahip olmaları konusu gözden kaçıyor.

Bizim İş Dünyamız

Öyle sanıyorum ki; bizim iş dünyamız, ekonomi ve psikoloji arasındaki etkileşimi en net olarak ortaya koyan örneklerden birisidir. Bir başka ekonomide psikolojik etkilerin bu denli ağırlıklı olduğunu gözlemek, –aşırı iddialı olmak istemem ama– pek mümkün olmayabilir. İş yapmanın bu denli pamuk ipliğine bağlı ve dış etkiler nedeniyle bilinemezlerle dolu olduğu bir başka ulusal ekonomi örneği bulmak zordur. Bir eski bakanın açıklaması veya bir üst düzeyli toplantıdaki tartışmanın basına yansıması, toplumun ve iş dünyasının psikolojisini bir anda değiştiriveriyor; hatırlayacaksınız.

Psikolojinin; ekonomi üzerindeki bu denli etkisinin ardında, ülkedeki istikrara olan güvensizlik var. Son yıllardaki istikrar hükümetlerine rağmen bu güvenin yeterince oluşmadığı (bir dönem yükselişe geçmekle birlikte, güvenin denge noktasında kalıcı olmadığı) anlaşılıyor. Tabii ki; ülkedeki görünür istikrarın arkasında küresel sermayenin olması, tür finansın malî piyasalar dışına ilgi duymaması ve kolayca kaçabilen özelliklere sahip olması, bu durumun arkasındaki psikolojik pozisyon alışları açıklıyor.

Korku ve Endişe

Psikolojinin ilgilendiği unsurlardan iki tanesi, korku ve endişedir. Korku, genelde daha somut konulardan kaynaklanır. Kişinin ağır bir hastalığı varsa ve kişi, bunun onu ölüme götürebileceği düşüncesindeyse; bu durum, kendini korku olarak ortaya vurur. Bir başka deyişle; korkunun gerçek ve (genelde) somut bir nedeni vardır. Endişe ise çoğunlukla farazî kurgulardan kaynaklanır. Eğer kişi, “Ya ağır bir hastalığa kapılırsam …” ve “Ya bu hastalık beni öldürürse …” diye düşünüyorsa; bu durumda bir endişeden söz ederiz.

Korkularınızın farkındaysanız, onların üzerine gitmek daha kolaydır. Çoğu zaman korku nedenini ortadan kaldırınca, korkuyu da yok etmek (en azından bir ihtimal olarak) mümkün olabilir. Ama endişe daha yıpratıcıdır. Endişe, yüksek ateş gibidir; yapıyı için için yer bitirir. İşte; ekonomimizin yaşadığı psikoloji de bu türden endişe kökenlidir. Uzunca bir süredir endişeli firmalarımız ve endişeli iş insanlarımız var. Ekonominin her unsuru, her gün yeni bir endişe unsuru üreterek, daha fazla kaynağını bu endişeyi gidermek üzere harcıyor veya bu endişeli ruh hali nedeniyle girişim ve yatırım özelliklerini yitiriyor.

Örgütsel Endişe

İnsanlarda olduğu gibi; ekonomik işletmelerde de endişelerin korkulara dönüştürülmesi eğilimi vardır. Firmalar veya kişiler, girişimci olmalarını engelleyen endişelerini bir süre sonra ‘kendilerince mantıklı’ bir korku haline dönüştürürler. Ekonomik konularda atıl davranmalarına ‘mantıklı’ gerekçeler uydururlar. Böylece kendilerince işe yatırım yapmamak veya yeni atılımlarda bulunmamak, ‘akıllı’ bir iş politikası haline dönüşür.

Bizim toplumumuzda insanların, kendilerini ruhen daha iyi hissetmelerini sağlayacak destek mekanizmaları gelişmemiştir. Psikolog veya psikiyatr olarak isimlendirilen uzman, ‘deli doktoru’ sınıfından sayıldığından; bu uzmanların sağladığı türden ruhsal destek alınması pek alışılmış değildir. Benzer mantığı, ekonomik işletmeler için de yürütebiliriz. Firmalarımızı, örgütsel ve ruhsal olarak elden geçirecek (ve rehabilite edecek) mekanizmalarımız ya yoktur, ya da bu konu bir ihtiyaç olarak görülmez. Hâlbuki gerçek o ki; birçok firmanın sorunlarının kaynağı, firma psikolojisi ile ilgilidir. Bu psikolojide elde edilecek iyileştirmeler, firmanın ayakta kalmasını ve geleceğe güvenle bakmasını sağlayacaktır.

Olumsuz firma psikolojisindeki bir diğer unsur ise özel olarak ataleti sağlayan endişelerin ve genelde firma psikolojisi olgusunun inkâr edilmesidir. Dolayısıyla inkârla başlayan bir konunun, sağlıklı sonuçlara doğru gelişmesi mümkün değildir.

Yukarıda sözünü ettiğim türden bu iş anlayışındaki şirkete, “nevrotik şirket” desek doğruya yakın bir tanımlama yapmış oluruz. Bu konu, üzerinde daha fazla düşünülmesi ve tartışılması gerekli (ama yeterince farkında olmadığımız) iş yaşamı sorunlarından birisi olarak varlığını sürdürmektedir.

Kurumsal Nevroz

Muhtemelen fark ettiniz; bu makalede ekonomik işletme, firma ve şirket terimlerini benzer anlamlarda kullanıyorum. Kâr amaçlı örgütleri ifade eden bu terimleri çok bilinirliği nedeniyle tanımlamaya gerek duymuyorum. Ama nevroz kavramına değinmek gerekir. Aşırı teknik ifadeler kullanmadan anlatmayı denersem; nevroz, ruhsal kaynaklı bir hastalıktır. Kişinin yaşamını sürdürmesini tümüyle engellememekle birlikte, beden görevleri üzerinde yakınmalara ve ruhsal bunalımlara neden olur. Böyle bir hastalığa sahip kişi ise “nevrotik birey” olarak isimlendirilir.

Her ekonomik işletmede değişen sayıda yönetici ve çalışan bulunur. İşletmede bulunan her bireyin (belgelenmiş veya zımnen kabul edilmiş) görev ve iş tanımları bulunmasına rağmen, bu görevin yerine getirilmesinde kişinin ruhsal durumu etkili olur. Bir başka deyişle; kişiler, kendi psikolojilerini kaçınılmaz biçimde kendi iş yapışlarına ve günlük çalışmalarına yansıtırlar. Bir sıradan çalışanın ruhsal durumu, işletmeyi ancak belli bir noktaya kadar etkilerken, iş sahiplerinin ve üst düzey yöneticilerin psikolojileri tüm işlerde baskın olarak kendini gösterir. Dolayısıyla işletmenin psikolojisi, özellikle patronların ve yöneticilerin ruh durumlarının bir bileşkesi olarak ortaya çıkar. Bu nedenle; başta nevrotik patron ve yöneticiler olmak üzere baskın nevrotik kişilikler, uyguladıkları akılsız ve tutarsız politikalar nedeniyle şirketin ruh hastalıklı ve dengesiz bir görünüm yansıtmasına neden olur.

Özetle; “nevrotik şirket”, kişilerin bozuk ruhsal yapılarının kurumsal özelliklerin önüne geçerek şirketin, iş yapma modeline ve çalışma usullerine yansıdığı durumdur. Aile işletmeleri başta olmak üzere, firmalarımızın pek çoğunun gerçek durumu budur. Ne yazık ki; bu gerçeklik, işletmenin kalıcılığı ve sürekliliği bağlamında fazlaca dikkate alınmaz.

Nevroz Belirtileri

Nevroz, şirketlerin akıllı ve yapıya uygun kurumsallaşma ile kurtulmaları gereken bir sorundur. Ama genelde bizim işletmelerimiz, ya nevrozun farkında değillerdir, ya da nevroza neden olan endişelerden kaçınmak için bazı hatalı yollar geliştirirler. Bu kaçınmalardan bir tanesinin, şirketin önündeki (aslında bir endişeden başka bir şey olmayan) engellerin ‘sözüm ona rasyonelleştirmesi’ olduğunu söylemiştim. Örneğin yeni yatırım yapmamak veya şirket sermayesini artırmamak için patron veya yöneticiler, kendilerince ‘akıllı ve mantıklı’ gerekçeler üretmeye başlarlar. Böylece ekonomik dengesizlik veya kriz tehlikesi karşısında ‘akıllı’ davrandıklarını düşünerek, kendi nevrotik durumlarını şirkete yansıttıklarını ört bas etmeye çalışırlar. “Küçük olsun, benim olsun” mantığı da bu tür bir nevrozun ürünüdür.

İkinci kaçınma yolu, hem şirketin, hem de patron veya yöneticinin nevrozu inkâr etmesidir. Bu tür işletmelerde sorunların tespit edilmesi, tartışılması ve öneriler geliştirilmesi adeta bir ‘suç’ olarak kabul edilir. Patronun veya yöneticinin gözlerinde adeta bir ‘iyimserlik filtresi’ vardır. Mevcut durumda her şeyin tozpembe olduğuna kendilerini ikna etmişlerdir.

Üçüncü kaçınma yolu ise, aynen insanlar da olduğu gibi, kendini uyuşturma yolları bulmaya çalışmaktır. Bu tür işletme yapılarında en kolay görünen özelliklerden birisi, patronların veya üst düzey yöneticilerin asla kendilerini ilgilendirmeyen aşırı ayrıntı konularla ilgilenmeleridir. Yine nevrotik şirketlerde görünen durumlardan bir diğeri, patronların (nevrozun kaynağı olarak düşündükleri) çalışanlarla ‘oynamaları’ durumudur. Nevrotik şirketler, “mobbing” olarak bilinen işyeri tacizi için adeta bir laboratuvar gibidir. Bu tür işletmelerde çalışan huzurluğu üst düzeydir; genelde kurumsal sürekliliğin önündeki bir engel olarak çalışanın işletmedeki yaşam süresi kısadır.

Bitirirken

Nevrotik şirket; çalışanların, nevrotik patron veya yöneticinin ruh durumuna göre davrandıkları bir iş modelidir. Dolayısıyla bu iş modelinde kurumsal iletişim ve ilişkiler yerine, informal (gayri resmi) iş yaşamı ve eş-dost-arkadaş ilişkileri sistemi öne çıkar. Özetle; nevrotik şirket, kaçınılmaz olarak tedaviye muhtaç olan ekonomik işletmedir. Sık görülür. Tedavisi olmadığı durumda ölümcüldür.

Gürcan Banger

( Toplam ziyaret sayısı: 93 , bugünkü ziyaret sayısı: 1 )

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.