Bizim dışımızda –düşünce ve duygularımızdan bağımsız– bir evren mevcut… Dünyada bizim sübjektif niyet ve isteklerimizin dışında objektif olgular ve kurumlar var. Bunlar bizim beklentilerimizin veya özel niyetimizin farkında bile olmadan, yaşamın akışı içinde gelişiyor. Piyasa da böyledir. (Bu arada dünya ekonomik sisteminin yeni ürün geliştirmede ve tüketimi canlı tutmada beklentilerimize bakışının değiştiğini de not etmek lazım.)
BİR
Piyasa değişik unsurların bir araya geldiği bir sistemdir. Üreticiler, satıcılar, alıcılar ve mekânlar gibi unsurlar bu sistemin öğelerini oluştururlar. Piyasada mevcut öğeler arasında müşteri ile satıcı arasındaki alışveriş gibi çeşitli ilişkiler vardır. Piyasanın amacı ise kısaca bu sisteme katılanların ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Aralarında bir ilişkiler kümesi olan, karşılıklı etkileşim içinde belli bir amaca yönelmiş öğeler topluluğuna ‘sistem’ denir. Bir sistemde öğeler, bunlar arasındaki ilişkiler, en az bir amaç ve tüm bu saydıklarımın bir bütün oluşturması olgusu bulunur. Bu koşulları yerine getiren tüm topluluklara ‘sistem’ diyebiliriz.
Çok değişik sistem türlerinden söz edebiliriz. Canlı-cansız, soyut-somut, doğal veya insan yapısı, hareketli-hareketsiz, uyumlu-uyumsuz sistemlerden söz edebiliriz. Gerçek yaşamın kendisi çok karmaşıktır. Bu nedenle evreni anlamaya çalışırken, gerçek durumu temsil eden örnekler kullanırız. Bunlara ‘model’ denir. Gerçek, dışımızda var olandır; model ise aklımızdaki ve algımızdaki görünümü…
Model, duruma göre karmaşık olabilen gerçek dünyanın daha anlaşılabilir bir resmidir. Bir başka deyişle; model, bir gösterimdir. Örneğin bir organizasyon şeması, bir şirketin modelidir. Bir plan veya maket ise bir yapının modelidir. Örneğin “Bir direnç üzerindeki elektriksel gerilim, direncin değeri ile akımın çarpımına eşittir” dediğimizde bir elektrik sistemi konusunda sözel modelleme yapmış oluruz. Kadınların ve erkeklerin algı biçimlerinin farklı olduğunu söylediğimizde de; kaba hatlarıyla dile getirdiğimiz konu, bir sözel modeldir.
Gerçek yaşamın karmaşıklığı, sosyal ve fiziksel bilim dallarında modelleri sıklıkla kullanmamıza neden olur. ‘Arz-talep yasası’ olarak bilinen önerme, iktisat alanında yaygın olarak bilinen modellerden birisidir. Bu yasaya göre; bir malın arzı arttığında fiyatı düzer; arz miktarı azaldığında ise fiyatı yükselir. Diğer yandan bir mala talep arttığında fiyatı yükselir; talep azaldığında ise fiyatı düşer. Arz ve talebin birbirine eşit olduğu durumda oluşan fiyata ‘denge fiyatı’ denir.
Modelleri belli başlı iki amaçla oluştururuz. Birincisi; modeller, karmaşık dünyayı (doğru veya yanlış) anlamak için kolaylaştırma görevini yerine getirirler. Model üzerinde çalışarak adeta ‘dünyanın kendi gerçekleri konusunda deneyler yapmış’ oluruz. Ama üretilen modelin gerçeğe ne kadar yakın olduğu, elde edilen sonuçları etkilemesi açısından önemlidir. Konuyu daha anlaşılır kılmak için modeli daha sade / basit yapmaya çalışmak, bazı unsurların gözden kaçması sonucunu getirebilir. Bu nedenle modelin karmaşıklığı amaca uygun olmalıdır. Basit bir model iş görmüyorsa, ihmal edilen unsurlar ilave edilerek daha karmaşık bir yapıya geçilmelidir.
Gerçek sistemi açıklama amacıyla yapılmış modeller, gerçek yaşamda işlerin modelde olduğu gibi gideceğini garanti etmez. Örneğin ‘arz-talep yasası’ piyasa davranışları hakkında bize bilgi vermesine rağmen, insanların bu yasaya göre hareket edecekleri garantisini vermez. Gerçekten yaşamda öyle durumlar vardır ki, tüketiciler ekonomik olarak bu modelin öngörülerinden farklı davranırlar. Özetle; modelin kısıtlılığı ve sınırlılığının farkında olarak gerçek yaşam ile modeli ‘kesinlikle’ karıştırmamak gerekir. Model üzerinde yapılan çalışmalardan gerçek yaşama indirgemeler yaparken temkini elden bırakmamak önemlidir.
Bir diğer model türü, geleceği öngörmek üzere hazırlanır. Bu tür bir modele belli senaryolar beslenerek, bunlar karşısında ele alınan sistemin nasıl davranacağı anlaşılmaya çalışır. Bu tür bir çalışmada da yaratılan modelin kısıtları ve sınırları, sonuçta oluşan öngörülerin gerçeğe uygunluğu açısından önemlidir.
Yaşamımızı anlamaya, öngörmeye ve yönetmeye çalışırken sistem teorisini ve modellemeyi kullanma tercihine ‘sistem yaklaşımı’ denir. Bu tür bir yaklaşım, ele aldığımız sistemin, çevresi ile birlikte bir bütün olarak algılanmasını zorunlu kılar. Günümüzde iş dünyası için öngörülen tüm yönetim anlayışlarının altında sistem yaklaşımının değişik görünümleri yer alır.
Bugün başta yönetim bilimi olmak üzere sosyal bilimler dallarında en az ‘klasik’ bilim veya mühendislik dallarındaki çalışmalar kadar yeni çalışma üretiliyor. Özellikle son 50 yılda yönetim bilimi, giderek daha fazla ilgi gören bir dal haline geldi. Yeni yönetim modellerini anlamak için ise mutlaka sistem yaklaşımı hakkında bilgili olmak gerekiyor. Örneğin biz stratejik yönetimi yeni öğrenmeye başlarken, gelişmiş toplumlar bu modelin katılımcı türlerini geliştirmeye yöneldiler.
İKİ
20’nci yüzyılın son çeyreğinde başlayan dönemin gizemli sözcüklerinden birisi değişimdir. 1970’li yıllardan başlayarak ivmelenen değişim, yalnız bilim ve teknoloji alanına sıkışıp kalmadı. Sosyal bilimlerde, bu arada işletmecilik alanında da ardı ardına değişim rüzgârları esmeye başladı. İş dünyasının bugün yapabileceği en ciddi hataların başında işletme politika ve kurallarının değişmediği kabulüdür. Hele dünyanın bu denli hızlı değiştiği bir dönemde düne ait yönetim ve iş anlayışı ile sürdürmeye çalışmak, en kısa vadede karanlık bir sona sürüklenmek için ‘yeterli’ bir vesiledir.
Bu dönemin iş dünyasının öncelikle dikkate alması gereken konu iş odağıdır. İşin odağının nerede oluştuğudur. 20’nci yüzyılın son çeyreği öncesinde iş modellerinin odak noktası, işletmenin içinde (özellikle üretimde) oluşuyordu. Bunun temel nedeni ise kitlesel üretimdeki ciddi sorunların henüz çözülememiş ve teknolojik zorlukların aşılamamış olmasıydı. Bu nedenle işletmenin temel amacı, içerideki sorunları çözebilmekti. (Bu sorunların, dünyanın geldiği ilerleme aşamasına rağmen ülkemizde pek çok dal ve firmada çözülememiş olması, bir başka acı gerçek olarak karşımızda duruyor.)
1970’lerde başlayan süreçte elektronik, mekanik, bilişim ve iletişim teknolojileri ile lojistikteki ciddi değişim, sınaî üretimin önündeki engelleri önemli ölçüde ortadan kaldırdı. (Ne yazık ki ülkemizde üretim verimliliği konusundaki sıkıntılar sürüyor.) Son dönemde kitlesel üretim yanında daha küçük partiler halinde hızlı ve farklılık yaratan üretimin önü açıldı. Ulaşılan bu nokta ile iş modellerinin odağı da işletmenin içinden, onu çevreleyen dış dünyaya kaydı. Dış dünyada ise ilk dikkati çeken müşteri olgusu idi. Aynı şekilde tedarikçilerle ilişkiler önem kazandı. Rakiplere bakışta ise farklılıklar oluştu.
Buradan çıkarmamız gereken bir ders var. Bir iş modeline –iş politikalarına ve kurallarına– temel olan unsurlar zaman içinde değişebilir. Yaşanan çağın ve işletmenin durumuna göre iş modelinin kurulmasında yer değiştiren odak noktaları oluşabilir. Bu nedenle; bir işletmenin kendi iş modelini kurma sürecinde kuruluşun iç ve dış çevresini anlama, algılama ve modelleme konusunda yetkinlikler geliştirmiş olması gerekir.
Bazı kuruluşlar, gelecekteki iş modellerini oluşturmak üzere kurumsal danışmanlık kuruluşları ile çalışıyorlar. Bu tür kuruluşlar olarak benzeri işlerde çalıştıkları için bir uzmanlık geliştirmiş oluyorlar. Bu deneyim ve uzmanlık birikimlerinden yararlanarak yeni iş modelinin kurulması çalışmasını yapıyorlar. Ama bir işletmeye balık tutmayı öğretmek yerine balık vermek şekline dönüşürse, çok da yararlı olmuyor. Yeni iş modeli, bir kurumsal danışman ile birlikte kurgulanabilir ama içselleşmesi ihtiyacı ve zorunluluğu gözden kaçırılmamalıdır.
Günümüzde işletmenin dış çevresinde var olan müşteriler, tedarikçiler, rakipler ve diğer etkileyici unsurlar dün olduğundan daha önemli… Müşterilerin ihtiyaç, istek ve beklentilerini dikkate alıp istenenleri yerine getirebilen işletmeler daha başarılı oluyorlar. Tedarikçilerle uzun vadeli kazan-kazan ilişkisi geliştirebilen firmaların pazarda kalıcı olduğunu görüyoruz. Yine rakiplerin iş modelleri ve davranışları hakkında bilgi sahibi olmadan rekabet üstünlüğünü kalıcılaştırmak mümkün olmuyor.
Bir noktayı önemsemek gerekiyor. Bu da işletmenin, kendi temel yetkinliklerinin farkında olmasıdır. Bu konu, işletmenin iş deneyim birikiminden nitelikli insan yapısına, sermaye gücünden elindeki altyapı olanaklarına kadar geniş bir yelpazeden oluşur. Bir işletmenin temel yetenekleri, o firmanın dış çevredeki müşterilerin hangi ihtiyaçlarını karşılayabileceği konusunda önemli bir veridir. Rekabette kalıcı olmak isteyen firma, öncelikle kendi temel yetenek ve yetkinliklerinin farkında olmalıdır. ‘Deneyim inovasyonu’ olarak ifade edilen yaklaşım bu farkındalıktan başlıyor.
Bir işletmenin temel yeteneklerini bulup listelemek yeterli olmaz. Bu yetenek portföyünün, aynı zamanda rakiplerden daha ucuza mal edilmesi ve çeviklik açısından rakiplerden daha hızlı olması gerekir. Çevik bir şirket, öncelikle hızlı işleyen bir dünya görüşüne sahip olan işletmedir. Çevik bir şirket, hızlı düşünebilmeyi, hızlı planlamayı ve bütçelemeyi, dolayısıyla davranabilmeyi kendi içsel özelliklerinden birisi haline getirmelidir.
İş dünyasının şartları giderek ağırlaşıyor. Daha da olumsuz olan, geçmişte tembellik ve kolaycılıkla idare ettiğimiz ‘eski güzel günlerin’ geri dönmeyecek olmasıdır. İş dünyası daha zor olmaya devam edecek. İhtiyaçları, gerekleri ve değişimi doğru anlayıp faaliyette bulunabilen firmalar diğerlerine oranla daha kalıcı ve sürdürülebilir olacaklar.
ÜÇ
Dünyayı modeller ile anlıyor, açıklıyor veya öngörüyoruz. Kimi zaman gerçekle modeli karıştırdığımız oluyor. Dünyanın, insanların modellere göre davranmadığında şaşkınlık geçiriyoruz. Hâlbuki modeller, gerçek dünyanın bizim basitleştirdiğimiz hallerinden başka şeyler değil.
Bir mimari proje veya bir yapının maketi, ilgili yapının modelidir. Örneğin “Herkes parayı sever” dediğimizde insanlar hakkında gene bir model önermiş oluruz. Tüm bilim dalları ve disiplinler modellerden yararlanır. Modeller kâğıt üzerinden bilgisayar ortamına kadar çok değişik biçim ve içeriklerde geliştirilebilir. Bu tür çalışmaların amacı dünyayı açıklayabilmek ve gelecek konusunda bazı öngörülerde bulunabilmektir.
Karmaşık olan yaşamı kavramak için yaşamımızdaki sistemlerin temsili gösterimleri olan modelleri kullandığımızdan söz etmiştim. Örneğin bir hidrolik santralin bilgisayar ortamında yazılım aracılığı ile bir modelini üretebiliriz. Bu bilgisayar programını depremsellik, yakıt yeterliliği, elektrik şebekesinin enerji ihtiyacı veya nitelikli insan ihtiyacının karşılanıp karşılanamadığı gibi bazı verilerle besleyerek henüz inşa etmeden santralin gerçek yaşam sorunları karşısında nasıl davranacağı üzerine bilgiler edinebiliriz.
Eğer yaptığımız bu model, gerçek sisteme yeterli yakınlıkta ve istenen duyarlılıkta ise, gerçekten çok yararlı bilgiler verebilecektir. Örneğin bölgenin depremsellik özelliklerini dikkate almayan bir model, bu konuyla ilgili bir öngörüde bulunamaz. Dolayısıyla depremselliği bir faktör olarak modele katmadığımızda ciddi bir eksiklik yapmış oluruz.
Geçtiğimiz yüzyılda gerek teknolojik altyapının yetersizliğinden gerekse anlaşılma kolaylığı sağlamak için daha basit modeller kurmayı tercih ediyorduk. Bugün küreselleşme denilen ve yaşamı gerçekten zorlaştıran bir süreci yaşıyoruz. Küreselleşme ile birlikte işletmeyi etkisi altında tutan pek çok yeni faktör gündemimizi işgal ediyor. Bu nedenle çağın iş modelleri de çok daha karmaşık ve ayrıntılı olmak zorunda.
Geçtiğimiz dönemlerde işletmeler, birbirinden bağımsız bölüm ve birimlerden oluşuyordu. Örneğin personel, satış, muhasebe veya depo gibi birimlerin kendi içlerine kapalı bir yaşamları vardı. Hâlbuki yaşadığımız zaman diliminde tüm bölümler birbirleri ile bağlantılı ve iletişim içinde olmak zorunda. Bu zorunluluk, hem işlerin karmaşıklaşmasından hem de işletmede tüm çalışanların karar süreçlerine katılma gereğinden kaynaklanıyor. Böyle karmaşık ilişikler sisteminin, firmanın iş modelini hantallaştırmaması için de ‘çevik şirket’ hızlılığına sahip olmak gerekiyor.
İşletmedeki her birimin diğerleri ile iletişim içinde olabilmesi için geliştirilmiş pek çok yeni yöntem var. Örneğin şirket içinde elektronik posta kullanımının getirdiği bazı yararlar olduğu kuşku götürmez. Pek çok büyük firma, kendi sahip, yönetici ve çalışanlarının kullanımına yönelik olarak İnternet –veya kuruluş içinde intranet– ortamında haber ve iletişim portalları geliştiriyor. Firma mensupları burada genel kararları okuyabilirken, şirketteki gelişmeleri anında izleyebiliyor veya resmî kayıt-kuyut işlerini buradan yapabiliyorlar. İyi uygulanmış bir firma portalı ile katılımcı kararlar alabilmek için anketler veya referandumlar yapmak, demokratik bir yönetim ve iş modeli geliştirmek mümkün.
Hızlı ve çevik bir firma olabilmek için sadece piyasadaki değişimleri izlemek yetmez. Özgün ve firma için yerelleştirilmiş eğitimler kaçınılmazdır. Eğitim çalışmaları ile kısa vadede bazı sorunlara çözüm bulunamazsa da, uzun dönemde sorunların kalıcı çözümü için eğitim vazgeçilmez önemdedir.
Bugünün iş modelindeki önemli kavramlardan birisi, farklılık yaratmaktır. Pek çok firma, ürün ve hizmetlerinde değişiklik yaparak bir farklılık yaptığı inancına sahiptir. Genelde iş yapma biçimlerinin de –yani iş modellerinin de– bir farklılık yaratması ve hatta bir marka olması gereğini unutur.
İş yapmanın kolay ve rahat olduğu o eski güzel ‘konformist’ günler çok gerilerde kaldı. Şimdi her an farkında, çevik, yenilikçi ve bir davranış geliştirmeye hazır olmak gerekiyor. Önceden gerekli hazırlıkları yapmayanlar, riskler ve krizler kapıyı çaldığında çaresiz kalıyorlar. ‘Batan günün ufkunda’ olmamak için şartlara uygun hazırlıkta ve donanımda olmak gerekiyor.
Modeller gerçeklerin iyi ya da kötü taklitleridir. Dünyayı daha kolay anlamamızı, açıklamamızı ve öngörmemizi sağlıyorlar. Onlar bizim için kolaylık sağlayıcı araçlardan başka şeyler değiller. Ama kendi yarattığımız putlara ve idollere bağlanıp kaldığımız gibi modelleri de haddini aşar biçimde abarttığımız oluyor. Bu noktada uyanık ve bilinçli olmak lazım…
Gürcan Banger