Covid-19 ve Sonrası

      Yorum yok Covid-19 ve Sonrası

Covid-19 salgını sonrasında dünyanın ve yaşamın nasıl olacağı konusunda kesin olan tek bir nokta var. Birçok alışkanlık ve kültürel ezber kaçınılmaz biçimde değişecek. Ama bu, sadece problemin bugün için görünen yüzü…

BİR

Covid-19 salgınını bir ‘kaza’ olarak algılamaktan vazgeçip geçmişe dikkatle baktığımızda yaşamı bir bütün olarak yorumlamamız gereği ortaya çıkıyor. 19’uncu yüzyıla kadar tüketilebilecek mal ve hizmet sayısı daha azdı. Sonraki yıllarda teknolojilerin ve sanayilerin gelişmesiyle birlikte üretilenlerin sayısı ve çeşitliliği artmaya başladı. Buhar gücüyle işleyen makinelerin ortaya çıkışı, el işçiliğinden ve zanaatkârlıktan sınai üretime geçişin yolunu açtı; ilk fabrikalar ortaya çıktı. Demiryolları ulaşımı kolaylaştırdı, tarımda iyileştirmeler oldu. Bu gelişmeleri elektrik enerjisi izledi. Fabrika kavramı, bugünkü tanımına yaklaştı. İki büyük savaşın ardından bilgisayar ve iletişim teknolojilerinin getirdiği en büyük farklılık ise daha fazla üretim potansiyeli oldu.

Daha fazla kazanmayı sağlayacak olan daha fazla üretim için daha fazla tüketmek gerekliydi. Tüketim arttıkça daha fazla üretmek için yeni yatırımlar gerekti.  Sonuçta bizi bugünün sınırsız tüketim ruhuna getiren tüketim-yatırım-üretim sarmalı oluştu. Bu durumu öylesine doğal biçimde kavramıştık ki, adeta daha başka bir yolun mümkün olmadığı ezberine sahip olmuştuk. Bir ‘doğal kaza’ gibi ortaya çıkan Covid-19 salgını, muhtemelen bu algıyı değiştirmemiz gerektiği konusunda bizi ikna etmeye çalışıyor.

İnsan ortaya çıkışıyla birlikte açlığını gidermek için toplayıcı ve avcı oldu. Sanayinin ortaya çıkışı ise insanı çok daha yüksek oranda tüketiciye dönüştürdü. Geçmişte yeme, içme, barınma, korunma odaklı olan insan ihtiyaçları giderek bir tüketim kültürüne dönüştü. Her yeni teknoloji, bu kültürü daha da yaymak, genişletmek ve derinleştirmek için yeni imkânlar oluşturdu. İnternet, bu akışın şimdilik son aşamasını temsil ediyor.

Aşırı tüketim merakının getirdiği sonuçlardan biri doğaya yabancılaşmanın fark edilmesi oldu. Dünya kaynaklarının ve canlı yaşam çeşitliliğinin hızla yok olması fark edilenlerden bir başkası idi. Bunlara yoksulluk, adaletsiz yaşam şartları, kaynakların sömürüsü vb. gibi başka örnekler de ekleyebiliriz. Sonuçta çılgınca büyüyen aşırı tüketim-üretim sarmalına itiraz eden değişik kesimler oluştu. Bu itirazların çok farklı nedenleri veya biçimleri olmasına rağmen Covid-19 salgını bunları daha fazla dikkate almamız gerektiği konusunda bizi açık biçimde uyarıyor.

Aşırı tüketim salgınına itiraz edenlerin bir kısmı yaşamın yalın olması gerektiği üzerine odaklanıyor. Bir başka kesim ise ekonomik sistem tarafından yaratılmış yanlış ve sürdürülemez ihtiyaçlar yanılsamasından vazgeçilmesi ve daha az maddi tüketim ile yetinilmesi gerektiğini savunuyor. Üçüncü kesim küresel ısınma ve çevre konularına odaklanan tüketim karşıtlarından oluşuyor. Dördüncü itiraz topluluğunda vejetaryanlar ve veganlar var. Kısaca bunlar hayvanların öldürülmesine ve yenmesine karşı çıkıyorlar. Son kesim ise biteviye yeni ürün üretmek yerine mevcudun yenilenmesi, geri dönüştürülmesi gibi konuları savunuyor. Bu itiraz gruplarının tümünün aşırı tüketime karşı çıktıkları farklı veya benzer noktalar var.

Diğer yandan bugün dünyaya hükmeden bir kapitalist sistem var. Her birey, bir şekilde bu sistem içinde kendi rolünü oynuyor. Bu sistemin dışında gibi görünen –veya kendini öyle kabul eden– her kişi veya kurumun bir şekilde bu sistemle bir ilişkisi var. Bireysel farkındalık, mevcut ekonomik sistemin yarattığı bu aşırı tüketim sarmalından kurtulmamıza işaret ediyor. Covid-19 salgını da bu tür bir isteğin doğrulanması olarak ortaya çıkıyor.

Ama önce Covid-19’un neyi değiştirdiğini veya değiştireceğini anlamak ve öngörmek zorundayız. Bir ‘doğal kaza’ veya başka bir nedenle ortaya çıkan bu durum, geçmiş ezberlenmiş yaşamımıza dair gelecekte neleri değiştirebilir? Bu konuda zihinsel çalışmaya ihtiyacımız var.

İKİ

Covid-19 öncesi dönemin baskın unsuru aşırı tüketim unsuruna tüketici açısından baktığımızda şöyle bir görünüm ile karşılaşıyoruz. Birincisi; daha fazla kâr için daha fazla ürün ve hizmet satılması gerekiyor. Daha fazla satış için ise ya tamamen yeni olan şeyler geliştirilmesi ya da mevcutların yeni özelliklerle donatılması –ki buna inovasyon diyoruz. Bir başka deyişle sistem, tüketiciler için yeni veya yenilenmiş ihtiyaçlar üreterek tüketim yönelimini teşvik ediyor. Her yeni olan, tüketilmeli mi? Her yeni model çıktığında, bazı markalı teknolojik ürünleri pazarlayan mağazaların önündeki kuyruklar toplumun böyle bir ezberi olduğunu gösteriyor.

İkincisi olarak; bilişim, iletişim ve İnternet teknolojileri sayesinde pazarlama alanında yeni imkânlar oluşuyor. Bu teknolojiler ve onların getirdiği yenilikler sayesinde üreticiler tüketicilere, tüketiciler de ürün ve hizmetlere daha kolay erişebiliyor. Ayrıca ağlar, İnternet ve sosyal medya sayesinde kişisel mahremiyet minimuma indiğinden tüketici bilgisine çok daha kolay hale geldi. Tüketici verilerinin kâr elde edilen ticari meta haline gelmesi,  pazarlama fonksiyonunun işini kolaylaştırıyor.

Aşırı tüketimin üçüncü dayanağını özellikle finans sağlayan kuruluşlar oluşturuyor. Bankaların özellikle kişilere sağladığı bireysel krediler, tüketicilerin kendi gelir imkânlarından çok daha fazlasını harcamalarına yol açıyor. Kredi kartlarının bu alandaki en ‘verimli’ aktörlerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Diğer yandan kredi kartı borcu erteleme, ek süre verme vb. gibi uygulamalar tüketiciyi kendi imkânlarından d-fazla tüketmeye teşvik ediyor.

Hiç kuşkusuz; tüketimi teşvik eden başka mekanizmalar ve araçlar da var. Bunu, bazı kültürel değerlerin tüketim ritüelleri haline getirilmesi olarak söyleyebiliriz. Sadece var olanların yeterli olmadığı durumlarda sistem, yeni veya yenilenmiş tüketim ritüelleri uydurmaktan da geri durmaz. Değerlerin ritüele dönüştüğü en belirgin örnekler arasında Sevgililer Günü, Anneler Günü, Babalar Günü, dini bayram, doğum günü, yılbaşı, evlilik yıldönümü ve benzerlerini sayabiliriz. Özetle; tüketim bakış açısından kültürel değerin tüketime eşitlendiği bir sorgusuz anlayışın bizi çepeçevre kuşattığı bir zaman dilimini yaşıyoruz.

Bir de moda konusunda değinelim. Moda, “geçici olarak yeniliğe ve toplumsal beğeniye uygun olan” şeklinde tanımlanır. Ama üretim-tüketim açısından baktığımızda moda, toplumun ürettiği değil, tükettiği bir gerçekliktir. Moda, sistemin tüketicileri daha fazla tüketmeye, hatta eskitmeden tüketmeye yönelten bir araçtır. Bu amaçla marka, üreticilerin ve satıcıların en hızlı sonuç veren donanımlarından biri olarak görev yapar.

İlginç bir soru da yukarıda anlatılanlar çerçevesinde tüketicilerin daha fazla tüketime neden razı olduklarıdır. Bu noktada sistemin elinde çok güçlü bir başka araç var: Bu da tüketimin –insanların yaşam boyu aradıkları ‘şey’ olan– mutluluk verdiğidir. Üreticilerin ve satıcıların pazarlama iletişimi yaklaşımı, ürün ve hizmetleri tüketmenin –dolaylı veya dolaysız olarak– mutluluk vereceği üzerine kurulmuştur. Buna ikna olan tüketici ise daha fazla ve hızlı tüketerek daha mutlu olacağını ezberleri arasına kalıcı biçimde kazır.

Siyasetçilerin ve iktisatçıların yaklaşımı da buna benzer unsurlar içerir. Onlar makroekonomik göstergelerin iyileşmesinden, büyümeden, kişi başına ulusal gelirin artışından söz ederek ‘mutlu olmak için gerekli altyapının varlığını’ ima ederler. Örneğin ulusal gelirin artması, o ülkede yaşayan insanların daha ‘mutlu’ olacakları şeklinde yorumlanır. Gerçekten makroekonomik büyüklüklerin artması kişilerin, ailelerin veya bir bütün olarak toplumun mutlu, iyi, sağlıklı yaşaması için yeterli midir? Covid-19 salgını bu tür sorular karşısından bizi tekrar düşünmeye davet ediyor.

ÜÇ

Covid-19 salgınının işaret ettiği önemli konuların başında risk yönetimi geliyor. Bu durum, pek çok ekonomik kriz örneğinde tekrar yaşanmakla birlikte bu kez insan yaşamını doğrudan tehdit etmesi nedeniyle daha belirgin oldu. Salgının gidişatı ne olursa olsun, özellikle kuruluşların en önemli fonksiyonlarından biri muhtemel riskler ve risk yönetimi yönünde olacak.

Bir risk veya tehdit karşısında pozisyon alabilmesi için bir kuruluşun esnek olmayı başarması gerekir. İş-işletme kültüründe pazarın ve müşterinin değişen davranışları karşısında bir işletmenin esnek olması ve kendini gelişen yeni şartlara uyarlayabilmesinden sıklıkla söz edilir. Ama bu bakış açısının Covid-19 gibi kriz karşısında yeterli olmadığı ortaya çıktı. Bunun birincil nedeninin, işletmelerin ağırlıklı biçimde etkinliğe ve verimliliğe odaklı olmaları,  buna karşın esnekliği yeterince dikkate almamaları olduğu salgınla birlikte ortaya çıktı.

Krizler karşısında esnek ve uyarlı olamayan işletmeler için kötü bir son söz konusu olabilir. Muhtemelen salgın sürecinde –büyük veya küçük ayırmadan– bazı zayıf ve kalkerleşmiş işletmeler yok olacak. Diri kalabilenlerin önemli bir kısmi ise çeşitli boyutlarda küçülmeler yaşayacak. Marka sahibi olan şirketler açısından baktığımızda bazı markaların yok olacağını, yeni markaların ortaya çıkacağını söylemek mümkün…

Salgının doğrudan vatandaşı, ailesini, yakınlarını ve yaşam çevresini olumsuz etkilediğinden ve bunun duygusal etkileri olduğundan dolayı şirketlerin kriz karşısından nasıl davrandıkları vatandaş açısından önemli olacak. Şirketlerin kamu yararı karşısından tutum ve davranışları seçicilik açısından daha fazla dikkate alınacak.

Sağlıksız veya genetik olarak dönüştürülmüş gıda konusunda insanların çekinceli davranışları uzun süredir biliniyor. Diğer yandan kapanma nedeniyle evde kalma, insanların kendi ihtiyaçlarının üreticileri olmaları yolunda bir yönelim yarattı. Evde ekmek yapmak, yemek yapma becerilerini geliştirmek, gıda niteliğinde bitki yetiştirmek ve ev bahçeciliği yapmak giderek yaygınlaştı. Bu tür yönelimlerin salgın sonrasında da sürmesi muhtemeldir.

Kriz durumlarında insanlar sahip oldukları varlıkları koruma yoluna giderler. Bunun sonucunda daha tasarruflu bir yaşam biçimi oluşur. Bu nedenle paranın daha dikkatli harcandığı bir dönemin yaşanacağı ve bunun salgın sonrasına da sarkacağı öngörülebilir. Bu arada salgın süresince kısmi veya tam zamanlı işini kaybeden insanların durumu ve genelde işsizlik sorunları –muhtemelen durumu daha iyi göstermek üzere manipüle edilmiş istatistiklere rağmen– ülkelerin önünde önemli bir sorun olarak yükseliyor.

Siyasetçilerin ve yöneticilerin farklı olabilen iddialarına rağmen tüm ülkeler açısından sağlık sistemlerinin yetersizliği bu salgın nedeniyle ortaya çıktı. Sağlık hizmetleri açısından kapitalist sistemin farklı uygulama biçimlerine sahip olan farklı ülkelerde ortaya çıkan durum pek de farklı olmadı. İspanyol gribinden sonra ilk kez yaşanan küresel sağlık krizinin öğreteceği önemli dersler olacaktır. Sağlık sisteminin yetersizliği, ekonomiden hizmet kalitesine kadar çok boyutlu bir sorun olmaya devam edecek.

Pek çok insan, hastalıklar karşısında büyük bir umursamazlıkla “Bana bir şey olmaz” tavrı ortaya koyar. Covid-19 salgını, sağlığımızın ne denli kırılgan olduğunu gösterdi. Maske kullanma, mesafeli durma ve hijyen konusunda geliştirmeye başladığımız alışkanlıklar –kısmi farklılıklar gösterse de– kişisel ve sosyal kültürün bir parçası olarak devam edecektir. Keza, sağlıklı beslenmeye ilişkin alışkanlıkların ve ritüellerin bunlara ekleneceği söylenebilir.

Yeni gelişen teknolojiler için yapay zekânın önemli bir yeri var. Bundan sonraki dönemde hastalıkların ve hastaların izlenmesi, önceden önlem alınması, muhtemel hastalık kaynaklarının takibi gibi alanlarda bu tür teknolojilerin kullanılacağını öngörebiliriz.

Dünya, Covid-19 ile birlikte asla geçmişteki gibi olmayacak. Dün, dünde kaldı.

Gürcan Banger

( Toplam ziyaret sayısı: 71 , bugünkü ziyaret sayısı: 1 )

About Gürcan Banger

GÜRCAN BANGER elektrik yüksek mühendisi, danışman ve yazardır. Eskişehir Maarif Koleji ve ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü mezunudur. Aynı bölümde yüksek lisans çalışması yaptı. Kamuda mühendislik hizmetleri yapmanın yanında bilişim donanımı ve yazılımı, elektronik, eğitim sektörlerinde işletmeler kurdu, yönetti. Meslek odası ve sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik yaptı. 2005’ten bu yana bazı büyük sanayi şirketleri de dâhil olmak üzere çeşitli kuruluşlarda iş kültürü, yönetim, yeniden yapılanma, kümelenme, girişimcilik, stratejik planlama, Endüstri 4.0 gibi konularda kurumsal danışman, iş ve işletme danışmanı ve eğitmen olarak hizmet sunuyor. Üniversitelerde kısmi zamanlı ders veriyor. Raylı Sistemler Kümelenmesi'nde küme koordinatörü olarak görev yaptı. Halen ICI Teknoloji A.Ş. danışmanı ve danışma kurulu üyesidir. Kendini “business philosopher” olarak tanımlıyor. Düzenli olarak blogunda (http://www.bizobiz.net) yazıyor. Değişik konularda yayınlanmış kitapları var. Çeşitli gazete, dergi ve bloglarda yazıları yayınlanıyor. KİTAPLARINDAN BAZILARI: Gürcan Banger, "En Uzak Şehir", öyküler, Yol Akademi Yayınevi, 2023 Gürcan Banger, "Yeni Teknolojiler, Dijital Dönüşüm ve İş Modelleri", Günce Yayınları, 2022 Gürcan Banger, "Hayat Esnaf Lokantası", öyküler, Günce Yayınları, 2022 Gürcan Banger, "Yaratıcı Problem Çözme Teknikleri", Dorlion Yayınları, 2019, Ankara. Gürcan Banger, "Endüstri 4.0 Uygulama ve Dönüşüm Rehberi", Dorlion Yayınları, 2018. Gürcan Banger, “Endüstri 4.0 – Ekstra”, Dorlion Yayınları, 2. baskı, 2018, Ankara. Gürcan Banger, “Endüstri 4.0 ve Akıllı İşletme”, Dorlion Yayınları, 2. baskı, 2018, Ankara. Gürcan Banger, “Aşkın Anlamlar Kitabı”, Dorlion Yayınları, Eylül 2017, Ankara. Gürcan Banger, “Sivil Toplum Örgütleri İçin Yönetişim Rehberi”, STGM Yayınları, 2011, Ankara. Gürcan Banger, “Eskişehir'in Şifalı Sıcak Su Zenginliği”, Eskişehir Ticaret Odası Yayınları, 2002. Gürcan Banger, “Siyasal Kalite: Siyasal Kalite Yönetimi”, Bilim Teknik Yayınevi, 2000, İstanbul Gürcan Banger, “C/C++ ve Nesneye Yönelik Programlama”, Bilim Teknik Yayınevi, İstanbul Gürcan Banger, “Pascal: Borland / Turbo 4, 4.5, 5,5, 6,7 ve 7.01”, Bilim Teknik Yayınevi, 1999, İstanbul Gürcan Banger, “Siyasetin Mimarisi”, Ant Matbaacılık Yayıncılık, Haziran 1995, Eskişehir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.