Endüstri 4.0 bağlamında yer alan Nesnelerin İnterneti (Nİ), Endüstriyel İnternet (Eİ), sensorlar, büyük veri, analitikler, giyilebilir teknolojik ürünler, ileri düzeyli robotlar, öğrenen makineler ve 3B baskı yazıcılar büyük bir hızla üretim alanlarında yerlerini almaya başladılar. Önümüzdeki 5-10 yıl içinde üretim ikliminin tümüyle değişimine tanık olacağız. Geçmiş sınai deneyimimiz fabrikaların imalat mekânlarındaki değişimin çok hızlı olmayabildiğini gösteriyor. Dijital teknolojilerin yüksek değişim ivmesine karşılık bunların üretime eklemlenmesi aynı hızda gerçekleşmiyor. Fakat dijital teknolojilerin giderek hızlanan biçimde imalatı dönüştüreceğini, önemli verimlilik artışlarına neden olacağını, yenilikçi (inovatif) üretim yaklaşımlarına yol açacağını ve sonuç olarak daha etkili, verimli sonuçların ufkunu oluşturacağını öngörebiliyoruz. Mevcut durumda geleneksel şekilde yapılanmış bir fabrikanın Endüstri 4.0 gereklerine göre yeniden yapılanmasının 5-7 yıl civarında sürebileceği tahmin ediliyor. Bu süre içinde bir yandan değişim gerçekleşirken aynı zamanda gerekli kültür iklimi oluşacak, söz konusu sanayi çağına uygun beceri, yetenek ve yetkinlikler gelişecektir. Hiç kuşkusuz; daha başka yeni teknolojiler, bunların birbirine eklemlenmesi ile daha karmaşık teknoloji türleri ve bunların uygulaması olan ürünleri göreceğiz.
Maddi özellikli teknolojik gelişmeler üzerimizde şaşırtıcı, kimi zaman ise korkutucu etkiler yaratıyor. Meydana gelen bilimsel ve teknolojik gelişmelerin başta imalat sektörleri olmak üzere istihdam üzerinde yapabileceği sonuçları belli belirsiz fark ediyoruz. Konu üzerine dikkatle eğildiğimizde işgücü hacminin nicel olarak değişebileceğini (örneğin ara işgücü olarak isimlendirilen kesimlerin olumsuz etkileneceğini) ve çalışanlar için yeni becerilerin gerekeceğini görebiliyoruz. Muhtemelen teknolojik dönüşüme bağlı olarak istihdamı etkileyecek biçimde fabrikalar yerleşim yerleri ve mekânsal özellikleri açılarından da değişikliğe uğrayacaklar. Yeryüzünün alt katmanlarının veya gelişmiş ülkelerdeki tarıma ve yerleşime uygun olmayan çöl – bozkır nitelikli toprakların yeni sanayi toprakları olduğunu görebiliriz.
Çok hoş olmayan bir anlatım olsa da; AutoCAD ile tanıdığımız Autodesk isimli şirketin CEO’su Carl Bass yeni fabrikayı mizahi bir dille şöyle anlatıyor: “Geleceğin fabrikasında yalnız iki çalışan bulunacak – bir insan ve bir köpek. İnsan, orada köpeği beslemek amacıyla bulunacak. Köpek ise insanın makine donanımına dokunmasına engel olmaktan sorumlu olacak.” Bu yaklaşım “ışıksız fabrika” olarak tanımlanan, sadece makinelerin çalıştığı, geleceğin üretim mekânlarını betimlemeye çalışmaktadır.
Günümüzde dördüncüsüne ulaştığımız her sınai devrim aşamasında en çok tartışılan konulardan birisi işgücü ve istihdam oldu. Her ne kadar iktisadi sistemler ve ekonomiler geçmişteki istihdam krizlerini aşmayı başarsa da; başta iktisat düşünürleri olmak üzere çok sayıda uzman ve araştırmacı bugün de otomasyonun insan emeği ve istihdamı konusunda yaratacağı ve istihdama olumsuz yansıyabilecek etkileri tartışıyor. Bazı işlerin kısa ve orta vadede geçersiz kalacağı ile ilgili bir düşünsel uzlaşma olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin –2012’de yapılan bir araştırmaya göre– 1970’li yıllarda ABD’de toplam istihdamın yüzde 25’i imalat sektörlerinde yer almaktaydı; günümüzde ise bu oran yüzde 10 dolayına düşmüş durumda. Bu bulgu bize insan emeğinin giderek daha fazla oranda teknoloji ile ikame edildiğine dair ipuçları veriyor.
2000’li yıllara kadar olan dönemde ekonomik konjonktüre bağlı olarak birbirlerinin lehine veya aleyhine inişler ve çıkışlar yaşanmasına rağmen verimlilik ile iş gücü arasında bir denge olduğunu söyleyebiliriz. 2000’li yılların getirdiği bilimsel ve teknolojik ilerlemelere bağlı olarak ortaya çıkan yeni uygulamalar bu dengeyi teknoloji tercihi lehine bozmaya başladı. İnsan emeği ve teknoloji arasındaki uçurum, teknoloji lehine hızla büyüyor. Bunu pek çok sektörde makinelerin insanların yerini aldığı ve almaya devam edeceği şeklinde okuyoruz. Geçmişte çeşitli acılarla da olsa istihdam darboğazlarının aşılmış olmasını bilmekle birlikte ister istemez “Acaba bu sefer farklı mı?” şeklinde düşünmekten kendimi alıkoyamıyoruz.
Yapılan araştırmalar ve uzman öngörüleri bilgisayarlaşma ve buna bağlı diğer teknolojik yönelimler nedeniyle başta gelişmiş ülkelerde olmak üzere pek çok iş pozisyonunun kaybedilmek üzere olduğunu ortaya koyuyor. Teknoloji ve sanayi üzerine çalışan düşünür, yazar ve yöneticiler bu durumun sadece Batı endüstrilerine özgü olmadığını, tüm dünyada 2000’li yıllarla birlikte imalat sektörlerinde daha az sayıda insanın çalıştığını ifade ediyorlar. Örneğin dünyanın en büyük sözleşmeli elektronik üreticisi ve kazanç olarak üçüncü büyük bilgi teknolojisi şirketi Foxconn, 2011 yılında sonraki üç yıl içinde bir milyon kendi imalat alanlarında yer alacağını duyurmuştu. Her ne kadar robotların insanları ikame etmeyeceği, sadece insanlarla birlikte çalışacağı gibi ‘sempatik’ açıklamalar yapılsa da orta ve uzun vadede sonuç durumun emeğin teknoloji ile ikamesi olacağı açıktır.
Ufkumuzda belirginleşmeye başlayan soru şudur: Emeğe ait iş pozisyonlarının kalmadığı bir geleceğe doğru mu gidiyoruz? Önceki sınai ve teknolojik devrimlerin arifesinde de buna benzer tartışmalar olmuş; her durumda emek imalat sektörlerinde kendine özgü yerini korumuştu. Bu sefer durum farklı olabilir mi? Kısa vadede iş gücü açısından kötü bir sınai kombinin ortaya çıkacağını öngörmek karamsarlık olur. Ama Endüstri 4.0 perspektifinde orta ve uzun vadede üretimin yapısının teknoloji lehine değişeceğine kuşku duyulmuyor. Diğer yandan değişimin hızının da biteviye değiştiğini –değişimin ivmesinin arttığını– düşündüğümüzde, geçmişin veya bugünün ‘normal’ temposuna oranla zamanın daha hızlı aktığına tanık olacağız.
Bilgisayarların ve özelikle robotların hangi tür insan işlerini alacağı uzunca süredir tartışılan bir konudur. Bu konudaki ilginç yaklaşımlardan birisi “Moravec Paradoksu” olarak bilinir. Yapay zekâ ve robot araştırmacıları tarafından öne sürülen bu yaklaşıma göre; geleneksel öngörüden farklı olarak yüksek akıl yürütme gerektiren işlerin robotlar için daha kolay, aksine düşük düzeyli duyu-motor beceriler gerektiren işlerin –daha fazla bilişim gücü gerektirdiği için– daha zordur. 1980’lerde Hans Moravec, Rodney Brooks, Mervin Minsky ve arkadaşları tarafından geliştirilen ‘paradoks’a göre pek çok analiz, mühendislik ve yönetim işi bilgisayarlar tarafından yapılacak; buna karşılık bahçıvanlık, resepsiyon görevliliği, aşçılık, hasta bakıcılığı vb. gibi –sayıları ve türleri çoğaltılabilecek– bazı işler insanların (emeğin) sorumluluğunda kalacak. Bu öngörülerin hangilerinin ne şekilde gerçekleşeceğine zaman içinde tanık olacağız. Ancak bir zamanlar sürücüsüz otomobillerin sürücülüğün yok yönlü özellikleri nedeniyle bilgisayarlar tarafından yapılamayacağı iddia ediliyordu. Son geliştirilen sürücüsüz otomobil örnekleri bu tür öngörülerde yanılmalar olabileceğini ortaya koyuyor.
Üretim ortamında işgücü – teknoloji ödünleşmesi kapsamında ne türden değişiklikler olabilir? Ağırlık kaldırma, hassas konumlandırma ve görsel kalite denetimi gibi insanların yaptığı bazı üretim işlerinin robotlara devredileceği anlaşılıyor. Bu sadece bir devir teslimden ibaret olmayacak; muhtemelen robotlar insana oranla bu işleri daha verimli ve etkili biçimde yerine getirecekler. Robotlar bu tür işleri başarıyla yaparken, aynı zamanda endüstriyel kablosuz ağlar üzerinden birbirleriyle kesintisiz şekilde iletişim kuracaklar. Gündemdeki hedef konulardan birisi teknolojik makinelerin (robotların) insanlarla birlikte nasıl uyum içinde çalışacaklarına ilişkin bir iş modelinin geliştirilmesidir. Zaman içerisinde insanların mevcut duruma göre daha güvenilir öğrenebilen makinelerle (robotlarla) daha yüksek uyum ve işbirliği içinde çalışacaklarını kabul edebiliriz. Diğer yandan işgücü – teknoloji ödünleşmesi sadece basit ve tekrarlı mavi yakalı işlerle sınırlı olmayacak. Giyilebilir teknolojiler, sanallaştırma ve artırılmış gerçeklik gibi yenilikler geleneksel iş yapış biçimlerinde önemli değişikliklere yol açacak. Bu süreçte mavi yakalı çalışanlar tarafından yapılan bazı işler daha karmaşık hale gelirken, bu süreçte yeni teknolojilerden kolaylaştırma destekleri almak mümkün olacak.
Önümüzdeki dönemde üretim alanındaki işler mavi yakalılar açısından da daha karmaşık ve nitelikli olacak, ama bu kez teknolojiyi daha fazla yanlarında bulacaklar. Bu yeni durumda çalışacak kişilerin sayısı konusunda şu anda sağlıklı bir kestirimde bulunamasak da; yeni çalışma şartlarının birikimli uzmanlık ve zanaatkârlıktan daha fazla oranda esneklik ve uyarlanma becerisine odaklı olmasını bekleyebiliriz. Pazar ve müşteri özelliklerinin hızlı değişimi yanında teknolojik ve sınai şartlardaki yenilenmeler çalışanların deneyim ve birikimleri yerine hızlı öğrenme, esneklik ve uyarlanma yönlerini öne çıkaracak. Bu özellikler, hiç kuşkusuz çalışanların akıllı ve öğrenen makineler ve robotlarla etkileşiminde verimliliği ve etkililiği artıran katkılar yapacak.
Mevcut durumda öğrenen, akıllı makineler ve bunların özel bir türü olan robotlar günün şartlarında mükemmel denebilecek bir düzeye ulaşmadı. Dolayısıyla robotların üretim alanlarında insanların tümüyle yerini alması için – ikame için gerekli süreyi tam olarak kestiremesek de– henüz erken olduğunu söyleyebiliriz. Dördüncü Sanayi Devrimi ve Endüstri 4.0 üzerine yapılan araştırmalar ve öne sürülen görüşler teknolojiye yapılan yatırımla verimlilik artışı arasındaki ilişkiye (yatırımın geri dönüş oranına bakarak) kuşkulu yaklaşıyor. Fakat bu tartışmalar ve eleştiriler Dördüncü Sanayi Devrimi, Endüstri 4.0 veya Akıllı Fabrika gibi olguları olumsuzlamak için henüz erken sayılır. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler ile birlikte bunlara uygun yeni üretim felsefe ve metodolojileri ile yeni iş modelleri de ortaya çıkmaya devam ediyor. Abartılı biçimde lehte veya aleyhte ‘konuşmak’ için aceleci olmamak daha uygun olur.
Daha önceki teknolojik ve sınai devrim dönemlerinde ortaya çıkan sorunlar zaman içinde –en azından üretim şartları ve faktörleri açısından– olumlu sonuçlar vererek aşıldı. Fakat Dördüncü Sanayi Devrimi için sonucun aynı veya benzer olacağı konusunda kuşkular devam ediyor. İşgücü ve emek açısından baktığımızda ise bu dönüşüm sürecinde her iş (kariyer) pozisyonunun kuşkuya yer bırakmayacak biçimde değişime uğrayacağından emin gibiyiz.
Gerçekten Dördüncü Sanayi Devrimi ve Endüstri 4.0 süreci daha önce yaşananlara oranla farklı mı? Farklı olduğunu kabul etmek için yeterince neden var gibi görünüyor. Öncelikle sürece etki eden, mekanikten elektroniğe, genetikten yapay zekâya çok sayıda ve çeşitlilikte bilimsel ve teknolojik gelişim alanı var. Ayrıca bunlar birbirleri ile eklemlenerek çok daha karmaşık ve nitelikli yeni bileşimler yaratıyor. Sonuçta teknolojik altyapı, değişimi üstel niteliğe ulaştıracak bir kaldıraçlama etkisi oluşturuyor. Bunun işgücü, emek ve istihdam üzerindeki etkilerinin de tarihte gördüğümüz örneklerden farklı olması beklenebilir. Teknolojik ilerleme ile insanlar olarak buna uyum sağlamamız arasında bir karşılaştırma yaptığımızda yeni durumun farklılığını biraz daha açık biçimde kavrıyoruz. Teknoloji hâlâ Moore Yasası’na benzer biçimde katlamalı biçimde yol alırken, bu değişime insanların uyumu ancak doğrusal bir tempoyu başarabiliyor.
Hatırlamamız gereken bir nokta daha var. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler etkilerini sadece üretim alanları, fabrika mekânları ile sınırlı bırakmıyor. Teknolojik değişim, yaşamın tüm alanlarına yansıyarak yeni tarzlar ve modellere doğru yol almanın önünü açıyor. Bu nedenle iş yaşamında değişim ve dönüşüm sadece mal üretimi ile sınırlı kalmayacak; muhtemelen hizmet sektörlerindeki iş pozisyonlarını ve iş modellerini de nitelik, sayı, çeşitlilik ve erişilebilirlik açılarından değiştirecek.
Dördüncü Sanayi Devrimi, Endüstri 4.0 ve Akıllı Fabrika vizyonu, aynı zamanda geleneksel eğitim yapılarının, strateji ve politikalarının da değişmesini –hatta çok yönlü katılımla yeniden yapılanmasını (reengineering)– gerektirecek. Çünkü bu teknolojilere uygun yeni beceri, yetenek ve yetkinliklerin geliştirilmesi kaçınılmazdır. Ne yazık ki bir diğer gerçek de bazı sektör ve meslek alanlarında yükselen biçimde işsizliğin artışı olabilir. Sıkıntı bu düzeye ulaşmadan okul içi ve dışı eğitim süreçlerini yeni teknolojik durumun ihtiyaçlarına uyarlamak gerekiyor.
Gürcan Banger