Yeni bir doğum olduğunda bunu yeni bir gelecek olarak algılama alışkanlığımız var. Hâlbuki hepimiz bir geçmişte doğuyoruz. Bizden öncekilerin oluşturduğu değerlere, başarılara, umutlara ya da bozgun ve yıkılışlara doğuyoruz. Kendi geleceğimizi tasarladığımızı düşündüğümüz zamanlarda yakın ve uzak çevremizin bu geleceğin oluşmasında çok önceleri verilmiş kararları ve eylemleri var. Geleceği tasarlama sürecinde pek özgür sayılmayız. Adeta önce gelmiş olanların –alacak ya da borç olarak– mirasını yüklenmekle durumunda kalıyoruz.
Yaşadığımız çağda dünya, daha önce hiç olmadığı kadar hızlı değişiyor. Değişim ise çok boyutlu. Atlas gibi bir yanda dünyanın geçmiş yükünü sırtlayıp götürmeye çalışırken ivmeli değişim içerisinde –kişi ya da kuruluş olarak– kendi geleceğimizi kurmaya çalışıyoruz.
Teknoloji
Geçtiğimiz yüzyıllarda teknolojinin mevcudiyeti ve kullanımı düşüktü. 1800’lere gelene kadar makineleşmenin neredeyse olmadığı bir dünyada yaşanıyordu. 20’nci yüzyılın ortalarına kadar olan dönemde teknolojinin insan yaşamı üzerindeki etkileri görece daha azdı. Şimdilerde ise teknoloji kullanımından uzak kaldığımızda ekonomik ve sosyal yaşama da yabancılaşıyoruz.
Bir anlamda iki katlı yabancılaşma yaşanıyor. Bir yandan doğal yaşama yabancılaşırken, diğer yandan teknolojiye ayak uyduramadığımızda günlük yaşam standartlarının dışına düşüyoruz. Tamamen betonla yapılandırılmış bir kentte otomatik banka makinası, cep telefonu, bilgisayar, İnternet, navigasyon cihazı veya elektronik su kartı kullanmadan yaşayabilir misiniz? Özellikle bilgisayar ve İnternet kullanımında dünyanın henüz emekleme çağında olduğunu söylemeliyim. Elektronik cihazlaşma, henüz kişisel ve kurumsal yaşamı değiştirecek boyuta erişmedi. Yaşadığımızdan çok daha fazlası olacak. Teknolojinin yaşamımızdan ayrı düşünülemeyeceği (hatta fantastik filmlerden fazlasının gerçekleştiği) bir çağa doğru ölçülemeyen ve bilinmeyen bir hızda ilerliyoruz.
Tarih
Eski çağlarda yaşamın sürdürülebilirliği toplayıcılığa ve avcılığa dayalıydı. İnsanın odaklanması daha kolay yetiştirme, toplama ve avlama konuları üzerine olmuştu. Her nesil sonrakine daha ‘iyiye’ götürülmek üzere bir miras bıraktı. Cihazlar, silahlar ve usuller her nesilde biraz daha gelişti. Sanki geçmişten miras kalan bu fiziksel donanım ve onları kullanma teknikleri değil; daima daha gelişmişini yaratma algısı idi. İnsanlık kendisine nadiren “Ben ne yapıyorum? Nereye gidiyorum? Bu gidişin sonu nedir?” gibi soruları sorabildi. Çağlar aşıldıkça ve dünyayı sırtında taşıyan Atlas’ın yükü arttıkça bu soruları hatırlamaya başladık. Günümüzde yaşanabilir bir yaşam çevresi ve yaşam odaklılığı gibi temel değerlerin mevcudiyetinde yukarıda kısaca özetlediğim gerçeğin kavranması var.
Tarihin ilerleyişine baktığımızda; önceleri değişim ve gelişim daha yavaştı. Bunda var olanla yetinmeler olduğu kadar kaynakların mevcut nüfusa yeterli olmasının etkisi de var. Zenginlik araçlarının gelişmesi ve dünya nüfusunun artması gibi faktörlere bilim ve teknolojinin ilerlemesi de eklenince ‘ilerleme hızında’ artış meydana geldi. Artık hem daha fazlasını hem de daha kısa sürede olanını istiyoruz. Sanırım; bu hızlı gidiş, insanlığın tatminsizliğini de artırdı. Değerleri ve anlamları tükettiğimiz ölçüde yenilerini üretmeyi başaramadık. Değerler ve anlamlar sahneden çekilirken değersizleşme ve anlamsızlaşmanın yükselişi gündeme geldi.
Abarttığım kanaatinde değilim. Böyle bir durumda geleceği oluşturmaya çalışıyoruz. Ama bir şeylerin yerli yerinde olmadığını kavramak için ‘uzman’ olmaya gerek yok. Değer ve anlam arıyoruz. Bazılarının yaptığı gibi bunları geçmişte mi aramalı? Yoksa geleceği tasarlamaya çalışırken zamanın ruhuna uygun yeni değerler ve anlamlar mı üretmeli?
Teknoloji Tarihi
Teknoloji tarihini kronolojik liste halinde veren bir dokümanı incelediğinizde, geçmiş yüzyıllarda dünyayı değiştiren buluşların her biri arasında yıllar olduğunu göreceksiniz. 21’inci yüzyıla yaklaştıkça buluşlar arası zaman dilimi kısalmış. Şimdilerde ise dakikalara, saniyeler inmiş halde. İş, bununla kalmıyor. Her yeni buluş saniyeler için dünyanın her yerindeki büyük insan topluluklarını etkiliyor. Bu da ne denli teknoloji bağımlı bir ekonomik ve sosyal yaşama doğru mesafe kaydetmekte olduğumuzu ortaya koyuyor.
Diğer yandan böyle bir dünyaya doğan her çocuk, kendisinden önceki dönemlerde yaratılmış teknolojiyi –iyisiyle kötüsüyle– miras olarak alıyor. Geçmiş yıllarda teknolojik olarak daha düşük olan kuşak farkları şimdilerde çok daha büyük olmaya başladı. Dünyayı, yaşamı ve evreni bilimsel olarak açıklamaya ‘aklımızın ermediği’ çağlardan her şeyin bilim ve teknoloji odaklı olduğu bir zaman dilimine geçtik.
Çoğalan ve Çeşitlenen Bilgi
Eskiden bilgi azdı. Şimdi ise filtre etmemiz gereken çok fazla bilgi var. Bu aşırı miktarda ve çeşitlilikteki bilgi adeta insanın ayaklarını yerden kesiyor. Henüz bu bilgi okyanusu içinde kendi yaşamımızı nasıl yalınlaştıracağımızı kavrayamadık. Denetim altında tutamadığımız aşırı bilgi ve buna dayalı dinamik yaşam tarzları bizi ürkütüyor. Bu nedenle panik halinde geçmişin ezberlerine geri dönmeye çalışanlar var. Hız, çeviklik ve çeşitlilik çağında kişisel ve sosyal yaşamı yeniden tanımlamak ve kurgulamak yerine ezberlerin, pagan ritüellerin ve dogmaların hâkim olduğu çağların özlemi yükselebiliyor. Bunu daha az gelişmiş bölgeler başta olmak üzere dünyanın her noktasında görüyoruz. Gerçekten yaşadığımız dünyada tasarlanmış bir gelecek oluşturmak, önceki dönemlere göre çok daha zor. Muhtemelen zaman ilerledikçe –gerekli tanımlama ve kurgulamaya sağlayacak değişimi gerçekleştiremezsek– zorlaşmaya devam edecek.
Yukarıda işaret etmeye çalıştığım çoğalma ve çeşitlenme yöneliminin bir karmaşaya ve buna dayalı korku ile endişeye yol açtığına kuşku yok. Ama ilerleyen bilim ve yükselen yeni teknolojiler yeni olumlu ihtimaller de doğuruyor. Dünya ve evren hakkında bilgilenme ve farkındalığımızda gelişmeler oldu. Neyi yanlış yaptığımızı, yaşadığımız deneyime dayalı olarak daha iyi biliyoruz. Önemli olan, gerekli olan bilgi ve deneyimin daha yaygın ve adaletli olarak paylaşılabilmesi…
Yaşam Odaklılık
En önemli gelişmelerden biri insan odaklılık yanlışından vazgeçmeye başlamamız… Şimdilerde daha iyi biliyoruz ki; sadece insan yaşamının sürdürülebilirliğini sağlamak yeterli değil. Bizim yaşamımızı anlamlı ve sürdürülebilir kılmak için yaşamın tamamını bir bütün olarak ele almamız lazım. Yaşam çevresini anlamlı ve değerli kılan, sadece insanın kendisi değil. En az onun kadar önemli olan, fauna ve flora gibi başka canlı yaşam türleri de var. Yaşamın her unsuru birbirine eklemlenmiş durumda. Birini kaybettiğinizde, diğerinde de zafiyet ve eksiklik yaratmış oluyorsunuz. Gene bu bağlamda toprak ve su gibi yaşamın cansız unsurlarının da sürdürülebilir kılınması gerekiyor.
Yukarıda kısaca değindiğim gibi bilimsel ve teknolojik gelişmeler, insan yaşamı ile birlikte yaşam çevresinin bir bütün olarak iyileştirilmesi, geliştirilmesi ve sürdürülebilir kılınması şartlarını da yaratıyor. Gene bu ilerlemeler sosyal, bireysel ve kültürel alanlarda da yeni imkânların kapılarını aralıyor. Muhtemelen geleneksel zamanlardan yeni bir çağ dönümüne doğru adım attığımız için, bir karmaşa ve bulanıklık yaşamaya devam ediyoruz. Ama kesin olan şu ki, yeni ufuklara gene bilimin ışığı ve aklın aydınlığı ile varacağız. Tasarlanmış bir gelecek söz konusu olacaksa, bunun yapı taşları bilim ve teknoloji özü ile oluşturulacak.
Rüyalar, Kehanetler, Halüsinasyonlar
Geçmiş kuşaklar döneminde geleceği yönetmek, şimdiki zamana göre çok daha zordu. Gelecek üzerine yapılan öngörüler, bilimsel olmayan yöntem ve tekniklerle yapılıyordu. Mesih olduğunu iddia eden dinsel kişiler veya ilahi güçleri olduğunu iddiasındaki kâhinler; rüyalarını, halüsinasyonlarını veya dinsel hezeyanlarını kullanarak kehanetlerde bulunuyorlardı. Hele bunlara hayvan kemiklerinin, suya dökülmüş kurşun parçalarının, yere savrulmuş bakla tanelerinin ya da kristal kürelerin getirdiği ipuçları eklenince, geleceği tahmin etmenin araçları çeşitlenmiş oluyordu.
16’ncı yüzyılda yaşamış eczacı ve kâhin Nostradamus’un kehanetlerini hatırlayın. “Kehanetler (Les Propheties)” isimli kitabındaki öngörülerin pek çoğunun doğru çıktığını iddia edenler var. Burçlar konusunda olduğu gibi; Nostradamus’un söyledikleri gerçekleşti mi, yoksa onun kehanetlerini biz mi gerçek yaşamlar eşledik? Gerçek gibi görünenler varsa bunlar bizim benzeştirmelerimizden ya da tesadüflerden öteye gitmedi. Gidemezdi. Çünkü doğa ötesi olanla iletişim kuracak bir kanal hiç olmadı. Zaman eksenindeki uzaktaki dün ile bugün arasındaki başlıca fark bilim alanındaki birikimimizin büyümesi ve çeşitlenmesinden öte bir şey değil.
Yeni Dünya
Dünyanın etrafında dönen uydular, neredeyse kalabalık bir kentin caddelerine döndü. Bunlar saniyenin kesirleri içinde önemli miktarda bilgiyi dünyanın farklı noktalarından toplayıp çeşitli merkezlere ulaştırıyorlar. Daha da önemlisi, bunlardan akan bilgiler bireylerin ve toplumların yaşamlarını ciddi anlamda etkiliyor. Buna bağlı olarak etki ve tepki zamanı da hayli kısaldı.
Akan bilginin değeri hayli yüksek… İleri teknoloji, uygarlığın mümkün oluşu bu bilgi süreci ve değer sayesinde gerçekleşiyor. Çünkü kişiler ve kuruluşlar faaliyetlerini düzenlerken, bu çerçevede gelen örneğin hava tahminlerine ya da borsalardaki değişim haberlerine önemli ölçüde bağımlılar. Bilgi akış kanallarının daha hızlı ve verimli hale gelmesi, bilgiyi süzgeçlememiz gibi yeni bir ihtiyaç yarattı. Artık yönetip denetleyebileceğimizden daha fazla bilgi var. Bunların içinde bize lazım olanı ayırabilmemiz gerekiyor. Diğer yandan bilgi zenginleşmesi, dünyaya ve yaşam çevremize ne tür zararlar verdiğimiz konusunda da bizi uyandırdı. Canlı yaşamını sürdürebilir kılmak ve yaşam çevrimizi korumak konusunda daha bilinçli olmaya başladık. Gezegenimize yaptığımız kötülükleri de bu bilgilenme süreci sayesinde öğrendik ve önlemler almaya çalışıyoruz. Artık sorunlar açısından henüz kritik olmamakla birlikte, ciddi bir noktada olduğumuza dair kuşkumuz kalmadı.
Geçmiş ve Gelecek
Şimdiki zamanın insan faaliyetleri ve bunların sonuçları, atalarımızın ihtiyaç ve değerleri tarafından şekillendirilmek zorunda değil. Olmamalı da… Geçmişte uluslar ve toplumlar arası sorunlar, silah eksenli olarak çözülüyordu. Bu süreçten sadece silah üreticilerinin ve satıcılarının kâr elde ettiklerini daha iyi biliyoruz. Silahlı savaşla elde edilmesi öngörülen avantajların, sonuçta insanlığın ve yaşam çevresinin zararına olduğunu kavramayı başardık.
Diğer yandan özellikle uluslararası çatışmaları engellemek için yeni çağın yöntem ve araçlarını geliştirmekte henüz başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz. Geçen yüzyıldan kalan kurumsal kültür, bugünün sorunları karşısında yeterli olmuyor. Bunlar konusunda yeni açılımlara ve farklı yaklaşımlara ihtiyaç var. Yeni bir küresel aile kültürü geliştirebildiğimizde ve yerel değerlerimizin bu çerçevede sürdürülebilir olmasını sağladığımızda, zihnen ve duygusal olarak da yeni çağa hazır hale geleceğiz. Bunu ise gerçekleşmemizde en önemli yardımcımız, barışa hizmetindeki bilim olacaktır.
Gürcan Banger