Yaşadığımız çağda elimizde kolaylıkla kullanabildiğimiz ve araç olarak çeşitliliğe sahip yeni bir iletişim ortamı var. İnternet medyasının bir kamusal alan oluşturduğu şeklindeki naif ve kendiliğinden izlenime sahibiz. Bu ortamda kendimizi ifade etmek için –başka araçlar da kullanarak– içerik üretme imkânımız var.
Arama motorları sayesinde kitap arama, araştırma için veri toplama ve bunlara sahip olmak için önemli ödemeler yapma zorluklarından kurtulmuş gibiyiz. Hatta öyle ki; devlet, öğrencileri ders kitaplarını edinmek ve kullanmak yerine, İnternet bağlantısı olan tablet bilgisayara yönlendirme çabası içinde… Böylece çocuklar; kitaplarını, defterlerini doldurdukları kocaman çantaları taşımak zorunda kalmayacaklar.
İnternet, fiziksel mekânlar arası ulaşım ihtiyacını ortadan kaldırmış gibi görünüyor. TV’nin kanallarının sayı ve çeşitlilik olarak artması bu medyaya yönelik bir bağımlılık yaratmıştı. Eskiden komşuluk olarak ifade edilen ilişki modeli silikleşerek, herkesin zincirlenmiş bir şekilde iletişim kurmaksızın ekrana baktığı bir yaşam tarzı oluşmuştu. İnternet ve buna bağlı yeni platformlar sayesinde yeni bir iletişim –dolayısıyla ilişki– modeli oluştu. Bir başka deyişle; teknoloji ve yeni mekân düzenlemeleri sayesinde zayıflayan birey ilişkileri, sanal da olsa İnternet sayesinde bir başka biçimde yeniden gerçekleşmiş oldu.
Bilişim ve iletişim teknolojileri ile İnternetin yaşamımıza getirdikleri, hiç kuşkusuz bu saydıklarımdan ibaret değil. İnsanın maddi düzenine getirdiği kolaylıklar açısından sayabileceğimiz daha pek çok örnek olabilir. Diğer yandan konuya bir de insan ve toplum psikolojisi açısından bakmak gerekebilir.
Uzaklarda yaşayan sevdiğiniz, değer verdiğiniz bir kişi bulunduğunu düşünün. Ona fiziksel olarak ulaşmak için mesafeler aşmanız gerekir. Aradaki mekânsal ayrılık, o kişiye –şekli ne olursa olsun– anlamlandırmayı daha önemli hale getirir. Özellikle edebiyatın en önemli eserlerindeki tema, insanları ayıran mesafeler değil midir? Eğer Ferhat ile Şirin’in, Kerem ile Aslı’nın, Romeo ve Juliet’in yaşadıkları (ya da hikâye edildikleri) dönemde İnternet ve sosyal medya olsaydı ya da onlar tekno çağımızda yaşasalardı, malum aşk öyküleri gerçekleşir miydi?
İnternet, geçmişte ulaşım ve iletişim için kullandığımız (ama psikolojik anlamlandırmaya da katkı yapan) kaynaklar dikkate alındığında daha düşük zaman ve maliyet gerektirir. İnternet teknolojisi, iletişim için fiziksel sınırları sanallaştırarak mekânsal değişim ihtiyacını ortadan kaldırır. Eski filmlerin ana teması olan bilgi eksikliği nedeniyle bir kurmacanın oluşumu, çağdaş yaşamın sıradanlıklarından değildir. Bütünleşen bilişim, iletişim, medya ve İnternet teknolojileri neredeyse her şart altında erişim ve iletişimi sağlıyor. Böylece mesafelerin yarattığı anlamlandırmanın etkileri silikleşiyor.
İnternet ve bağlı yenilikler, teknolojinin içerdiği bir öze tam anlamıyla taşıyor. Teknolojik yaşamın ana ilkesi, insan faaliyetlerinin kolaylaşmasıdır. Ama ne yazık ki bu kolaylaşma ile insanın tasarruf ettiği zaman gibi kaynaklar, daha anlamlı ve ruhen geliştirici biçimde kullanılamıyor. Teknolojinin gelişimi ile birlikte adeta insanın yarattığı estetik uygarlıkta eksilmeler oluşuyor. İnsanın anlamlandırma yeteneği ve estetik değerler geliştirme becerisi gerçek ve doğal yaşamla olan bağını giderek yitiriyor. Hiç kuşkusuz; insani niteliğimizi geliştirmek için kullanabileceğimiz İnternet, bir başıboşluk için yeni türden aşırı tüketimin –keza benlik tüketiminin– araçlarından birisi haline dönüşüyor.
İnternet ve Maskeli Balo Çağı’na Geri Dönüş
Yeni bir teknolojinin gelişi; ama buna karşılık eski ritüellerin devam edişi söz konusu olduğunda tuhaf bir anakronizm (tarih yanılgısı) ile karşılaşıyoruz. Sanki tarih, bir büyük kavis ile sözlü kültür geleneğine ya da 15’inci yüzyılın maskeli balolarına geri dönmüş gibi bir izlenime kapılıyoruz.
İnternetin ilk yıllarında, bu ortamın görgü kuralları olarak kabul edilen –İngilizcede nettiquite olarak isimlendirilen– bir anlayış ve zımni protokol söz konusu idi. O sıralar az sayıdaki eğitimli İnternet kullanıcısı, bu görgü kurallarına uygun davranmaya özen gösterir; uygun davranmayanlar nezaket çerçevesinde uyarılırdı. Özetle; günlük yaşamın sıradanlıklarının sanal ortama daha az taşındığı o dönemde İnternette bulunmak bir sorumluluğu yüklenmek anlamına geliyordu.
İnternetin demokratik bir özgürlük olarak; ama kuralsız ve eğitimsiz biçimde yaygınlaşması, yaşamsal alanlara ilişkin sorumluluk ve yükümlülük üstlenmek istemeyen bir anlayış için çok uygun bir sözel kültür mekânı oldu. İnternetin gelişim ve yayılım hızına eşdeğer bir uygarlık kültürü –en azından şu ana kadar– gelişmedi. Buradaki sözel kültür kavramı; sorumluluk ve yükümlülük altına girmeyen, söyleyen; ama sözünü tutmak zorunda olmayan, kolaycı ve tembel işi, yazılsa da sözcüklerin hızla buharlaştığı İnternet ortamını ifade ediyor.
İnsanın insanla yüz yüze iletişimi, ne denli saygılı veya sevecen şartlarda olsa bile bir tür düellodur. Böyle bir karşılaşma ise hepimizde yeterince var olmayan kimlikli iletişim cesaretini gerektirir. Hâlbuki İnternet ve özelde onun yaygın uygulama alanlarından birisi olan sosyal medya; işi zorlaştıran, gerçek kimlikle iletişim yapmanın zorluğunu ortadan kaldırır.
Ne denli gerçekçi olunsa da; İnternet, doğası ve mevcut yapısı gereği bir sanal kimlik oluşturma ortamıdır. Gerçek kimlik ise kişisel ya da kurumsal boyutta büyük ölçüde maskelenmeye uygundur. Bu yönüyle kişinin (ya da kurumun) bir yandan bazı yönleriyle tanınmasına imkân veren, diğer yandan gerçek yüzünü saklamasını sağlayan maskeli balo iklimi oluşur. Sanallaşma ve buna bağlı yeniden kimliklenme İnternetin imkânlar listesinden sadece bir örnektir.
Geleneksel yaşamda sosyalleşme aile, okul, iş veya eğlence-dinlenme ortamlarında gerçekleşir. Buralarda enformasyon alışverişi dışında deneyim ve davranış değişimi yapılır. İnsanların günlük yaşamlarında başkaları ile aralarına duvarlar örmeleri ve fiziksel mekânların daha zor erişilir hale gelmesi nedeniyle İnternet, yüz yüze iletişimin yerini almakta hiç de zorlanmadı. Böylece günümüzde İnternet belli başı sosyalleşme ortamlarından birisi haline dönüştü.
İnternetin fiziksel uzaklıkları ortadan kaldıran özelliği sayesinde geçmişte akla bile gelmeyen (sanal) tanışıklıklar oluştu. Sanal kimliklerimiz ile sosyal reddedilmelerinden uzak bir şekilde az ya da çok çakışan ilgi alanları ile haberleşme imkânlarından yararlanır olduk.
Gerçekte yaşamda yeni gruplara girmenin veya yeni bir kişi ile tanışmanın duyguları etkileyen bir yönü var. İnternet ortamında –görüntülü bile olsa– yüz yüze iletişimin bu duygusal etkilenme boyutu silikleşiyor. Fiziksel yakınlıkta duygusal, düşünsel ve fiziksel olarak çok boyutlu gelişen etkilenme sanal ortamda daha sıradan ve sığ hal alıyor. Adeta kişi duyu organlarını büyük ölçüde kapatarak veya kısarak iletişimde bulunuyor. Bu açıdan göz kontağı kurmaktan kaçınanlar için İnternet dünyası yeni bir açılım anlamına geliyor.
Günümüzde İnternet, maddi bir gerçeklik olarak var. Muhtemelen yaşamımızdaki etkisi giderek büyüyecek. Sorun, bu yeni teknolojik ortamda eski ritüellerle ve geçmişin hastalıklarıyla bulunmaktan kaynaklanıyor. Dünün yaşamını bugünün teknolojik ortamında sürdürmek istediğimizde aykırılıklar ve uyumsuzluklar oluşuyor. Yeni çağın görgü kurallarına ihtiyaç duyuyoruz.
İnternet ve Don Kişot Kahramanlığı
Eski çağlarda bilişim, iletişim ve İnternet teknolojileri bu denli gelişmiş olsaydı muhtemelen (Leyla ile Mecnun ya da Tahir ile Zühre gibi) sevgililerin kavuşamadığı edebi öykülerin pek çoğu da yazılmazdı. Teknolojinin sağladığı kolaylıklar, ilişkilerin mesafeler üzerinden anlamlandırılmasını beğeni tüketimine dönüştürüyor. Gelişen teknolojik şartlarla birlikte anlama dayanması beklenen insan ilişkileri, –aynen Marks’ın Manifesto’da dediği gibi– maddileşerek tüketilecek emtia haline dönüşüyor. Bu da ünlü aşk hikâyelerini, küresel-dijital çağda neredeyse imkânsız hale getiriyor.
Derin anlamlar üzerine kurgulanmış ilişkiler ihtimali zayıflarken, edebiyatın bir başka ünlüsü Don Kişot’un (Don Quijote’nin) tekrar yaşam bulmasının gerçekleştiğini görüyoruz. Romandan veya filmden hatırlanacağı gibi; kahraman Don Kişot, günlük yaşamındaki benliğinden farklılaşarak, bir başkası haline dönüşür. Olduğu kişinin ona yüklediği benlikten sıyrılarak (okuduğu şövalye hikâyelerinin verdiği esinle), özlediği kişi haline dönüşür.
İnternetin sağladığı sanallık, kişilerin engellenmiş benlik unsurlarını öne çıkarmalarını sağlıyor. Kişi, farkındalıkla ya da kendiliğinden kişiliğinin farklı bir boyutunu geliştirerek, İnternet ortamında bir başkası haline –örneğin Don Kişot eşdeğerine– dönüşebiliyor. Günlük yaşamda içe kapalı veya ilişki kurmakta zorlanan bazı bireylerin bu yeni benlikleri ile daha açık, dışa dönük, girişimci, hatta agresif olduklarını izleyebiliyoruz. Ruhbilim uzmanları tarafından İnternet kullanımı konusunda yapılan araştırmalar ve hasta gözlemleri bu durumu doğruluyor.
İnternetin sanallık özelliği, bireye yeni bir kimlik kazandırma potansiyeline sahiptir. Yeni bir kimliğin oluşumu ve gelişimi ise, birey olarak kurduğumuz ilişkilerin bir sonucu olarak ortaya çıkar. İnsan olarak bir gruba dâhil olmak isteriz. Söz konusu gruba girişimiz kimi zaman bizde var olan tohum özelliklerden bazı durumlarda ise grubun çekiciliğinden kaynaklanır. Zaman içerisinde bir yandan gruba uyum sağlarken, diğer yandan kişisel gelişim temelinde kimlik özelliklerimizi güçlendiririz.
Kimlik, tek parçadan oluşan bir yapı değil. Kimliğin kişinin iç ve dış şartlarına bağlı olarak ortaya çıkan farklı yönleri var. Sınırları zorlamayan günlük yaşam şartları altında kimliğin farklı yönleri aşırılıklar göstermeksizin dengede duruyor. Çalışıyoruz, ciddi işler yapıyoruz, neşeleniyoruz, eğleniyoruz, kızıyoruz, dinleniyoruz, hayaller kuruyoruz. Kimlik bir bütün olarak dengedeyken ve kimliğin bir yönünü aşırı besleyecek bir ortam yokken zihinsel ya da duygusal bir sorun yaşamıyoruz. Buna karşılık İnternetin sanallık özelliği, yeni kimlikler edinmek veya kimliğin bir yönünün ayrışmasına ve obezleşmesine uygun iklim yaratma potansiyeli var. Olağan şartlar altında ayrışıp aşırı büyümesini beklemediğimiz bir kimlik unsuru, İnternet ortamında Don Kişot’a dönüşebiliyor.
Elli yaşları dolayında emekli bir beyefendiyi Don Kişot haline dönüştüren nedenin, sadece okuduğu şövalye hikâyeleri olduğunu söylemek haksızlık olur. İspanyol asılzadesi Alonso Quixano’yu isyan ettiren, muhtemelen yaşamı boyunca gördüğü adaletsizliğe insan olarak isyanıdır. 50’li yaşlarına kadar algıladığı ve hesaplaşamadığı adaletsizliği bir şövalyenin gücüyle çözmek istemiştir. İşleyiş düzeni karışan zihni ise bu süreçte ona yardımcı olmaktadır. Ne yazık ki şövalyeliğin devrini tamamladığı 16’ncı yüzyılın şartlarında bu kimliği sürdürmek mümkün değildir.
Günümüzün sanal İnternet dünyası, Alonso Quixano’nun çağına göre Don Kişot olmayı daha mümkün hale getiriyor. Sosyal medya platformlarında bu durumun örneklerini görüyoruz. Bizim onaylamamızdan bağımsız olarak; günlük yaşamın çok boyutlu isyanları, İnternetin ve sosyal medyanın sanal ortamında çağın yeni Don Kişot’larını yaratıyor.
İnternet Seni Dünyaya Hükümdar Yapar
Sosyal yaşam içinde farklı ortam ve yakınlıklarda tanıdığımız kişiler var. Onları tanımakla kalmıyoruz; zaman içinde –önyargılı da olsa– kişilik yapıları ve davranış modelleri hakkında görüş geliştiriyoruz. Bu kişilerle İnternet ortamında da iletişimimiz oluyor. Onları Facebook, Twitter, LinkedIn ya da Instagram gibi sosyal medya platformlarında arkadaş olarak yazılı ve görsel iletişim yakınlığında bulunduruyoruz. Böylesi bir ikili yaşam bize kişilerin gerçek yaşam ile sanal dünya arasındaki kimlik ve davranış modelleri konusunda –kimi zaman kendiliğinden– kıyaslama yapma imkânı sağlıyor. Dikkatli bir sosyal medya izleyicisi iseniz; bildiğimiz kişiliğin sanal dünyada kimlik ve benlik farklılaşmasını görmek gerçekten ilginç oluyor.
İnternet kimi zaman uzakları gösteren bir dürbün, bazen ayrıntıları görebileceğimiz mikroskop gibidir. Sanal dünyaya sistematik bakış birey ve toplum hakkında bize pek çok veri sağlayabilir. İnternet ortamında üretilen veri ve enformasyonun pazarlamaya ve ürün geliştirmeye konu olmasının ardındaki neden budur.
İnternet ve özellikle sosyal medya bazı insanlar için bir bireysel ayna fonksiyonuna da sahiptir. Kişiler oradaki görünümlerine bakıp kıyaslamalar yaparak değişim ihtiyacı hissedebilirler. Kimi zaman ise İnternet, kişi için kendisini çok daha büyük ve görkemli gördüğü bir dev aynasına dönüşür. Bu aynada kendisini –maddi ya da manevi olarak– bir dev olarak görürken algı dağarcığındaki diğer insanlar dünyanın güçsüz ve akılsız, zavallı cüceleri oluverirler. Sosyal medya ortamında dünyaya yukarıdan bakan, öğütçü tavırları ile baskın olmaya çalışan İnternet kullanıcılarının durumları muhtemelen budur.
Yaşamı denetlemek zordur. Yönetmek için yeterli güce sahip olamadığımız pek çok unsur olduğu gibi istediğimizi yapmak için yeterli kaynağa sahip değiliz. Ama İnternet söz konusu olduğunda birey, kendi bakış açısından sanal dünyanın tanrısı düzeyine terfi eder. Sanal yaşam, gerçeğine oranla çok daha kolay yönetilip denetlenebilir. Kendinizi bu dünyasın tanrısı olarak görmeniz hiçbir engel yoktur. İstediğiniz söylersiniz, dünyaya istediğiniz gibi bakarsınız, kendinizi diğer insanlar karşısında arzu ve hayal ettiğiniz makama konumlarsınız. “Siz zavallı aptallar; gerçekte ne olup bittiğinin ve ne yapmanız gerektiğinin farkında değilsiniz” demekten sizi alıkoyan bir engel yoktur. İnternet, bunu geçmişin iletişim araçlarına oranla çok daha kolay yapmanızı sağlar.
Pek çoğumuzun bir makamı, statüsü veya kartviziti yoktur. Gerçekten çok çabaladığımız halde başlangıç veya fırsat adaletsizliği nedeniyle hayal ettiğimiz noktalara ulaşmamış olabiliriz. Bu durum, bizim cesaret, güven ve girişimcilik eksikliğimizden de kaynaklanabilir. Hâlbuki İnternetin ve sosyal medyanın imkânları bireye cesaret ve güven sağlar. Gerçek dünyada başaramadığı farklılaşmayı sanal dünyada yeni kimlik ve benlik kurgulaması ile sağlayabilir. İnternette arzu ettiğiniz konumu ve statüyü sağlamak kolaydır. Bir benlik kurgularsınız, sosyal medyaya bu benliği sunarsınız; olur biter.
Sanatın neredeyse tüm dallarında yaratı, kendinden geçmenin (trans halinin) sonuçlarından birisidir. Örneğin gerçek yazar, eserini nasıl bir düşünce ve duygu süreci içinde yazdığını hatırlamaz. Bu nedenle sanatçıya eserini nasıl bir etkiyle meydana getirdiğini sormak doğru bir yaklaşım olmaz.
Tümüyle aynı olmamakla birlikte İnternette benlik oluşturma ve geliştirmede sanatçının yaratı sürecine benzer. Kişi, İnternet ile gerçek yaşamdan sanal dünyaya geçer. Burada yeni benlik ve ruh hali ile konumlanır. Gerçek dünyaya geri döndüğünde ise sanal âlemdeki düşünce, duygu ve eylemini tam anlamıyla hatırlayacağı kuşkuludur.
Sonuç olarak; her bireyin iç benliğine dayalı bir yaratı potansiyeli var. Kanımca İnternetin ve sosyal medyanın bugünkü şekliyle kullanımı bu yaratıcı benliğin tüketimi anlamına geliyor.
Gürcan Banger