Yaşamımızın çok önemli bir bölümü diğer insanlarla iletişim halinde geçiyor. Yüz yüze olmasak bile iletişim araçlarını kullanarak söylüyor ya da yazıyoruz. Başka insanlarla iletişim biçimimiz, adeta fiziksel bir parçamız gibi. Nasıl iletişim kurduğumuza ve ilişkilerimizin ayrıntılarına dikkat etmediğimizde, yaptığımız hatalar da bizimle birlikte ‘yürüyüp’ gidiyor. Hatta pek çok durumda yanlışlarımızı büyütürken kendi ilişki dünyamızı daraltıyoruz. Her kişisel gelişim kitabının bir bölümü, insanın kendisini ifade edebilmesine ayrılmıştır. Çoğu zaman ifade ihtiyacının tatmini doğru bir davranıştır; ama işi, kendini başkalarına zorla kabul ettirme noktasına getirdiğimizde bir başka yanlışa savrulmuş olunur.
Yeşilçam sinemasından iyi bildiğimiz bir sahneyi gözünüzün önüne getirin. Has oğlan, odaya hızla girer ve kızı beklemediği bir durumda görür. Ama ilk bakışta algılanan durum gerçeği ifade etmemektedir. Kız, yanlış bir davranışta bulunmamıştır. Gördüklerinden dolayı sinirlenen has oğlan, hışımla odadan çıkar, gider. Kızla tekrar iletişim kurmayan has oğlan, kendi hatasını anladığı an olan filmin sonuna kadar da kızı af etmez. Pek çok Yeşilçam filmindeki senaryonun gerilim yükseltip olaylar örgüsüne yol açan görünümü budur.
Bu Yeşilçam klasiği sahnede görünenleri kısaca tahlil edelim. Bu sahnede öncelikle önyargı vardır. Her an kötü bir durumla, aldatılma ve kandırılma duygusuyla karşılaşılabileceğimiz ihtimaline olan inancımız var. Dolayısıyla olaylar ve ilişkiler, güvensizlikle başlıyor. Bu örnek sahnede de kişinin çok yakını olan insana karşı bile bir güvensizlik duygusunun olabilirliği ifade ediliyor.
Yaşama dönüp baktığımızda; aldatılabilir olduğumuz veya çevremizin her an bizi yanıltmaya hazır olduğu gibi düşüncenin gerçek yaşantımızda da olmadığını kim söyleyebilir? Böyle bir düşüncenin fikri ve duygusal yapımıza kodlanmış olması, yaşama önyargılarla yaklaşmamıza neden olmuyor mu? Güvenmediklerimiz arasında karşı cinsten bireyler dışında bizden farklı etnik, kültürel veya itikat temelli yapılara sahip insanlar ve gruplar da var. Şu ‘kökenlileri dalavereci, şu kültüre sahip olanları hırsız, şu bölgelileri düşman’ olarak kabul etmiyor muyuz?
Yeşilçam klasiği film sahnesine geri dönelim. Böyle bir sahneyi her izlediğimde; has oğlanın, kızın feryatlarını dikkate alıp neden onun açıklama yapmasını beklemediğini her zaman merak etmişimdir. Daima has oğlan, kızı dinlemeden kapıyı çarpar ve çıkar. Kızın daha sonraki konuşma çabalarına cevap vermemek için şehir veya ülke değiştirir. Bu durumun kısa adı iletişimsizliktir. Özel olarak böyle bir örnekte izlediğimiz duruma “iletişim kurma isteksizliği” veya “iletişim kurma tembelliği” de diyebiliriz. Kimi örneklerde ise “iletişim kurma beceriksizliği” biçiminde izleyebiliriz.
Eğer bir toplum, bizde olduğu gibi homojen olmayan sosyal unsurlar içeriyorsa, iletişimin değeri daha da yüksektir. Toplumu oluşturan farklı grupların, sosyal olarak bir sürdürülebilirlik yaratmaları ve barış içinde bir arada yaşayabilmeleri ancak yoğun ve verimli bir iletişim ortamı yaratmaları ile mümkündür. İletişimden kaçındığımız durumda yaptığımız hatayı ancak Yeşilçam sinemasında olduğu gibi filmin sonunda, iş işten geçtikten sonra anlayabiliriz.
Bugün toplumumuzun yaşadığı sorunları gözden geçirdiğimizde; tümünün yapısal olarak önyargı, güvensizlik ve iletişimsizlik sorunlarını içerdiğini görürüz. Yaşanan problemlerin bugünkü yüksek hacimli ve ivmeli konumuna gelmesinde; önyargı, güvensizlik ve iletişimsizlik senaryolarında has oğlan rolünü oynayan devleti özellikle vurgulamak gerekir. Eğer sosyal yaşamımızda bir kamusal alan eksikliği duyuyorsak, bu durumun baş sorumlusunun, her şeyi tanımlayıp yönetmeyi, denetleyip sürdürülebilirliğine karar vermeyi isteyen devletin olduğunu açıklıkla vurgulamalıyız.
Kendimize dönelim. Çeşitli bağlantılarla dolu çok aktörlü bir kalabalıkta yaşıyoruz. Ama bunlar arasında özel olanlar var. Kişinin bireysel özellikleri ve yetkinlikleri önemli ve değerlidir. Ama türü ne olursa olsun; daha değerli, anlamlı ve önemli olan; bireysel olanı bir ilişkinin –bir bütün olmanın– potasında eritebilmektir.
Çatışma ya da İletişim
Bir sorun karşısında nasıl davrandığınız bir birey ya da bir toplum olarak karakterinizi ve kültürünüzü belli eder. Sorunu çözmek üzere pozitif bir niyetle yaklaşabilirsiniz ya da malum sorunu bir çatışma unsuru haline dönüştürürsünüz. Toplumumuzda sorunların bir çatışma vesilesi olarak ele alındığı pek çok örnekle doğrulanabilir.
Hangi şartlara sahip olursak olalım; karmaşık bir ilişkiler yumağı içinde yaşıyoruz. Bu ilişkilerin taraflarında değişik insanlar, kurumlar ve kuruluşlar yer alıyor. İlişkilerin büyükçe bir kısmı ise çıkarlar, beklentiler ve bilgi veya talimat silsileleri üzerine kurulmuş. Böyle bir ortamda kişiler arasında uzlaşmazlıkların, çatışmaların olması son derece olağan…
Çatışma olağan ama çatışmaya sağlıklı bir çözüm bulabilmek her zaman aynı derecede olağan değil. Hatta çoğu zaman çatışmayı çözmeyi kolaylaştırmak yerine zorlaştırıyoruz. Duygular akla egemen oluyor. Belki de duyguları ve aklı yanlış mekanlarda yanlış zamanlarda kullanıyoruz.
Çatışmaların içinde yer aldığımızda genelde insanlar olarak birbirimize benzer tepkiler gösteriyoruz. Adeta öğrenilmiş, ama çoğu zaman bilincinde olmadığımız, tahmin edilebilen davranış modellerimiz var. Muhtemelen bu davranış biçimlerinin önemli bir bölümünü çocukluğumuzdan başlayarak yaşamın içinde öğreniyoruz.
Çatışmadan kurtulmak için en iyi bilinen pasifist davranışlar arasında çatışmayı küçük görmek, önemsememek veya küçük görmek gelir. Kimi zaman devekuşu gibi başını kuma gömmek olarak ifade edilen tarzdır bu. Çatışmaya karşı umursamaz bir tavırla kendini belli eder. Bu tür davranışlar sonunda çatışmanın çözülmüş gibi göründüğü de olur. Ama muhtemelen çatışmanın nedenleri derinlere inmiş ve kronikleşmiştir. İlerleyen zamanlarda çok daha ciddi boyutlarda kendini tekrar gösterecektir. Çatışmayı önemsememek, bazı durumlarda çatışmayı yönetmek için doğru yöntem olabilir ama sözünü ettiğim ciddi tehlikeyi de içinde taşır.
Eğer çatışmanın sonucunda sorumluluktan kaynaklanan bir cezalandırma varsa, bu durumda çatışmayı çözme davranışı, karşı tarafı suçlamak biçiminde ortaya çıkabilir. Genelde aynı işyerinde çalışan eşdeğer rütbedeki kişiler arasında sık görülen bir durumdur. İlginç bir biçimde; çoğu zaman otoriter aile yapısında öğrenilmiş bir karakter özelliğidir. Çocuklukta başlayan başkalarını suçlama eğilimi, ilerleyen yaşlarda iş ve evlilik yaşamının önemli bir parçası haline gelir. Bu tür davranan kişi, elinde ne tür silah varsa kullanmaktan çekinmez; sonucun nereye varacağı konusunda saygılı ve düşünceli olamaz.
İyi bilinen çatışma çözüm yollarından bir diğeri, korkutma esaslı olarak aşırı sinirlenmek ve hatta kabalaşmaktır. Böylece çatışmanın karşı tarafı, korku yaratılarak susturulmuş olur. Genelde baskı altında yetişmiş kişiler üzerinde etkili sonuçlar verdiğini gözlemiştim. Çatışmayı böyle çözme eğiliminde olan kişiler, adeta sinik insanların kokusunu alırlar ve korkutarak çatışmanın kendi lehlerine çözülmesini sağlarlar. Buradaki can alıcı nokta, saldıran tarafın karşısındakinin zayıf noktalarını iyi tespit etmesidir.
İlişkilerde karşılıklı güven önemlidir. Bu nedenle karşımızdaki insana tüm verilerimizi açmadan önce onun güvenilir ve içten olduğundan emin olmalıyız. Çünkü olası bir çatışma durumunda kendisine ilettiğimiz özel bilgilerin, bize karşı kullanılmayacağından emin olamayız. Geçmişi ve özel bilgileri kullanmak, çatışma yönetiminin haksız ve adaletsiz yollarından birisi olarak bilinir. Cepteki kara kaplı defter olarak ifade edilen sırların, çatışmanın hangi aşamasında bir tehdit aracı olarak karşımıza çıkacağı hiç belli olmaz.
Çatışmalar, yaşamımızın ışık ve gölge gibi olağan parçaları… Önemli olan, bu çatışmalara nasıl yaklaştığımız. Olumlayan bir bakışla barışçı çatışma yönetimini öğrenip uyguladığımızda bundan ilk yararlanan, hiç kuşkusuz biz olacağız.
İletişimin simgesi, (ellerin, ceplerin ve çantaların süsü) cep telefonu oldu. Adeta iletişim sözcüğü, her gün yeni bir marka ve modeli piyasaya sürülen bu cihazla eşanlamlı algılanmaya başladı. İletişim, hiç kuşkusuz kullanılan araçtan daha kapsamlı bir konudur. Önce iletilmesi gereken bir mesaj var. Bu mesajı iletmek isteyen ve mesajın iletilmesi istenen taraflar mevcut. Mesajın iletilmesinde kullanılan bir ortam olması gerekir. Son olarak; alıcının göndericiye geri dönen tepkisini dikkate almak gerekir. Teknik olarak söylersek; iletişim, iletilen mesajın hem gönderici hem de alıcı tarafından anlaşıldığı ortamda bilginin bir göndericiden bir alıcıya iletilme sürecidir.
Toplum olarak iletişim konusundaki sıkıntımız, iletişim araçları ile ilgili değil. Daha çok iletişim ihtiyacını hissetmemiz, doğru iletişim kanalını bulmamız, bu kanaldan etkin ve verimli yararlanmamızla ilgili…
Gürcan Banger