Kural varsa ve ama uymayan büyükçe, inatçı bir güruh da mevcutsa, o kural yok demektir. Maske ve sosyal mesafe örneklerinde olduğu gibi…
Umarım; yarın birileri enfekte olduğunda bundan dolayı şeytanı suçlamazlar, çünkü tüm sağduyulu öğretiler bizi akıllı olmaya çağırıyor.
Şu an kendinizi iyi hissediyor olmanız, sizin önemli ve doğal korumalı olduğunuz anlamına gelmez. Korunma kurallarına uymuyorsanız, virüs tarafından enfekte olmak için yarışıyorsunuz demektir. Kayıtsız, sorumsuz ve ilgisiz olmaya devam ederseniz, hasta olmaya adaysınız.
Kısıtlama ve sınırlama kaldırıldığı için değil, bazı kişiler korunma kurallarına uymak istemediği için bu ‘macera’ gözyaşlarıyla sona erecek. İnsanlara ne yapmaları gerektiği söyleniyor; ama bazıları bağnazlıkla ve inatla hayatlarını nasıl kurtarabileceklerine dair kural ve talimatları sudan bahanelerle uygulamak istemiyorlar.
Bazı insanların korona virüsten iyileştiğini görüyor, duyuyor veya okuyorsunuz. Hâlbuki kendi bedeninizin bu hastalığın üstesinden gelip gelemeyeceğini bilmiyorsunuz. Bu yüzden hastalıktan uzak durman ondan korunmak için en güvenli yol…
Korona saldırılarında seçici mi? Cinsiyet, ırk, renk veya etnik kimlik ayırt ediyor mu? Soğuk veya sıcak yerlerden ya da yüksek nem ve yüksek sıcaklıklara sahip yerlerden nefret mi ediyor? İstatistik bilgilerle kolaycılığa kaçmayın. Virüs de yalan söylemek için istatistikleri kullanıyor olabilir. Önemli olan ondan korunmaktır.
Dünya, daha yüksek beton binalar inşa etmek isteyen açgözlü insanlar tarafından tasarlanıyor. Bir şeyleri dengelemek için ise bir savaş veya bir kasırga veya tsunami veya bir virüs salgını veya finansal bir çöküş gerekiyor. Bu, tarih boyunca oldu ve insanlık hayatta kalmaya devam ediyor. Yaşanan durum, bir istisna değildir: Açgözlülüğün ve umursamazlığın yarattığı bir kuraldır.
Yeterince savaş ve terör var olduğunda; geriye kalan şey, pandemi ve asteroit çarpması oluyor.
Dünya, şiddetli salgınlara veya benzer şekilde küresel, sürekli ve tehdit edici halk sağlığı acil durumlarına cevap vermeye hazır değil.
Dünyayı yavaşlatan bu salgın, bir paradoks olarak sağduyulu insanların kendilerini ve anlamsızlaşan yaşamlarını fark etmeleri için bir fırsat haline dönüşebilir.
Önceden TV karşısında statik biçimde yemek yarışmaları izlerken, salgın nedeniyle zoraki biçimde razı olduğumuz karantinada yemek yapma ve yeme zevkini yeniden keşfettik.
Karantina sayesinde hiç bitiremediğimiz kitabı okumak ya da en sevdiğimiz masa oyununu oynamak için zaman bulduk. Karantinada yaptıklarımızın bir bölümü, aceleci koşuşturmalarla unutulmaya yüz tutmuş insani özelliklerimizdi.
Yılların birikimi olan tıbbi bilgilerle, en zeki canlı olduğumuza dair takıntılı yargımızla daima arkamızdan gelmesini beklediğimiz dünyanın panik için koşuşturan kaçakları olduk. Dün bizim olduğunu iddia ettiğimiz dünyadan bugün kaçmaya çalışıyoruz.
Bu salgın sürecinde vermemiz gereken en kritik karar, geçmişin dünyayı ve yaşamı yok eden ezberler ve alışkanlıklar kitabını çöpe atmak olmalı.
Salgın sürecinde cankurtaran olarak sarıldığımız çevrimiçi toplantıların şimdiye kadar yapageldiklerimizden daha az zaman aldığını fark ettik. Eskiden saatlerce sürecek kurul veya komisyon toplantıları aniden 2-3 saat içinde yapılabilir hale geldi. Bu, geçmişte ne kadar boş zaman tükettiğimizin bir ifadesi herhalde…
Bu tür bir salgın yaşadığımızda “kesinti ve süreksizlik” yaşamın olağan unsurları haline geliyor. Bundan sonra süreksizlik ihtimalini daima yaşamın gerçekleri arasında kabul etmeliyiz. Büyük bir krizi bu mantıkla yönetebildiğimizde, gerçekten ‘iyi’ olduğumuzu söyleyebiliriz.
Ekonomi ve iş dünyası açısından baktığımızda; yaşadığımız durum, sorumlu bankacılığın bir slogandan çok daha fazlası olabileceğini göstermek için değerli bir fırsat olabilir. Bu sorumluluk olmazsa, salgın sonrasında bankalar ‘kurumsal taziye’ yapacak firma bile bulamayacaklar.
Salgın sona erdiğinde birçok insanın işsiz kalmış, birçok firma iflas etmiş ve sonuçta büyük bir ekonomik maliyetin ortaya çıkmış olacak. Sis çekilip dünya görünür olduğunda insanlar tüm bu olan bitenden kimin sorumlu olduğunu arayacak. Her zaman suçlanacak olanlara ‘ihtiyaç’ vardır.
Yaşadığımız kriz sona erdikten makul bir süre sonra bir çok ülke, toplum ve ekonomiyi silkeleyen Covid-19 salgınını iyi yorumlamalı ve değerlendirmeliyiz. Şu an yaşadığımız; herkesi bir anda ‘çaresiz’ duruma düşüren küresel krizlerle ve acil durumlarla başa çıkma becerilerimizin turnusol kâğıdı testi sonucudur.
İyimser düşünelim. Salgının yarattığı büyük baskı ve etkiyle gerçekten insanlığın ‘işine yarayacak’ gerçek inovasyonlar görmeye başlayabiliriz. Eğer ortaya böyle değerler çıkacaksa; bu, büyük sıcaklık ve basınç altında elmasın oluşumuna benzeyecek.
Bazı insanları gerilim ve baskı altında daha iyi işler çıkarırlar. Salgın dünyaya, insanlığa ve yaşama bugüne kadar olduğundan daha fazla değer katılacağı gerilim ve baskı ortamını yaratmış olabilir mi? Yoksa hızla ‘eski normale’ mi döneceğiz?
Acaba bu salgın, bize insanların refahını ve sağlığını tam biat halinde iktidarların ve yöneticilerin ellerine bırakarak onların ‘yapabildiklerine’ razı olmamamız gerektiğini hatırlatmış olabilir mi?
Bu salgın; tüketicilerin, üreticilerin ve satıcıların insan sağlığı, hijyen, kalite, saygı ve özsaygı konularındaki kötü ezberlerini değiştirebilirse, yapabileceği en büyük ‘iyiliği’ yapmış demektir.
Salgın sürecinde fazlaca dikkate alınmayan bir gerçek oldu. Bu dönemde insanlarda endişeyi tetikleyen iki ana sorun kaynağı ortaya çıktı: Yalnızlık ve ölüm korkusu… Mesele, dışarı çıkması yasaklanan veya sınırlananların maddi ihtiyaçlarını kapıdan karşılamaktan ibaret değildi. Bu durum, hâlâ sürüyor.
Gözden kaçan bir eğitim ve devamında kariyer sorunu daha var. Stajlar, öğrenciler için akademik öğrenmenin bir parçası ve iş dünyasındaki kariyerlerine başlamak için bir atlama taşıdır. Hem müstakbel mezunlar hem de firmalar açısından stajlar konusunda çözümü olan var mı? O da mı ‘sanal’ olacak?
Tüm ekonomilerde KOBİ’ler iş dünyasının önemli bileşenleri olmaya devam ediyor. Şimdilerde her zamankinden daha fazla, bu işletmelerin en iyi şekilde nasıl dijitalleştirecekleri önem kazandı. “Neyle ve nasıl?” soruları aklımıza tuzaklar kuruyor.
Salgında hasta olmaktan korkuyor musun? Virüs seni ölümle korkutuyor mu? Bunların tümü, normal şeyler… Çünkü dışarıda –belki de içeride– kontrol edemediğimiz bir durum var. Buna karşılık hâlâ kontrol edebileceklerimiz de var: Birbirimize ve kendimize karşı nasıl davrandığımız… Kendimizi ve diğerlerini nasıl koruduğumuz… Durumu değiştirecek olan budur.
Dışarıda maske kullanmak ve sosyal mesafeye dikkat etmek, hiç kuşkusuz bunları yapmamaya oranla daha fazla koruyor. Yeterince korumadığı bahanesiyle bu önlemlere karşı çıkmak ve bunlara uymamak ancak ‘akıl kıtlığı’ olabilir.
Bugüne kadar gözlenen salgınların ikinci dalgası, her zaman daha kötüydü. Eğer Covid-19 konusunda ikinci dalga gerçekleşirse, ilkini ‘ucuz atlattığımızı’ düşünmeye başlarız.
COVID-19 testi sayısına fazlasıyla odaklandık. Bu testin ‘başarısının’ ne anlama geldiği ile pek ilgilenmiyoruz. Birincil önemde olan, insanların virüs nedeniyle hastalanmamış olmalarıdır.
Salgın süresi boyunca ölen, solunum cihazına bağlı veya yoğun bakımdaki hasta sayısının azalması hastalığın tedavi performansı açısından önemli ve değerlidir. Bu konuda sağlık sisteminin başarısını takdir etmeliyiz. Ama asıl mesele, tedavi edilmeye ihtiyaç duyan yeni hastaların oluşmamasıdır. Bu neden koruma ve korunma önceliklidir.
Koronadan korunma önlemlerine uymak için çok iyi bir neden var. Hasta olan insan sayısı iki ya da dört kat artarsa ne olabilir? Hastaları iyileştirmek için yapılacak olanlar değişmez; durum, bugünkü ile aynı olur. Bu da korunmamız ve korumamız için yeterli nedendir.
Maske kullanmamanın ‘kendi özgür sorumluluğu’ olduğunu iddia edip maske kullanmaktan imtina edenler var. Bunların çoğunluğu ‘genç yaş’ diliminde… Bu durum, kanımca olumsuz bir sosyal gelişime işaret ediyor. Yapılacak bilimsel kamuoyu araştırmaları, topluma karşı bu bencil sorumsuzluğun kaynağını ve başka tezahürleri olduğunu ortaya koyabilir.
Bugün geldiğimiz nokta, COVID-19 salgınının sonunun başlangıcı olmayabilir. Bunun yerine başlangıcın sonu şeklinde düşünmemiz gerekebilir. Muhtemelen önümüzde iniş çıkışları ve kavşakları olan, uzunca bir yolumuz olduğunu kavramamız gerekiyor.
Salgının basit bir nezle gibi kısa sürede geçeğini ve hızla tekrar ‘eski normal’ döneceğimizi hayal edenlerimiz vardır. Kanımca bu virüsle ve mutasyonları ile en az iki yıl daha yaşayabileceğimizi de ‘hayal etmeliyiz’.
Covid-19’a karşı ilaç ve aşı bulunması beklentisi ve telaşı içindeyiz. Ama şunu bilmiyoruz. İlaç ve aşı bulunduğunda hastalığı yok etmiş mi olacağız? Yoksa onunla yaşamayı öğrenmek zorunda mıyız? Bunun cevaplanması zaman alacak gibi…
Salgın muhtemelen Kasım 2019’da başladı. Ama ne yazık ki, uzun süre hiç kimse hırsızın girebileceği kapı ve pencerelerin açık kaldığını fark etmedi. Dünyanın, sosyal yaşamın ve ekonomilerin alarm sisteminin eksik ve zayıf olduğunu, hatta hiç var olmadığını henüz fark ediyoruz.
Bu salgın bazı bilim ve disiplinleri tırmanışa geçirdi. Örneğin tıp, genetik, mikrobiyoloji, viroloji, bakteriyoloji, enfeksiyon gibi dallara ilginin artacağını söyleyebiliriz. 1970’li yıllarda petrol krizi sırasından enerji konusunda benzer gelişmeler olmuştu.
Gürcan Banger