Felsefe; gerçeklik, varlık, bilgi, değer, akıl ve akıl yürütme ile dil gibi temalara sahip sorun ve konuların incelenmesidir. Bu konuları tartışan diğer dallardan eleştirel ve sistematik yaklaşımı ile akıl yürütmeye dayalı olması açısından ayrılır. Felsefenin ortaya çıkışı insanın evreni ve kendisini açıklama ve öngörme çabalarına dayanır. Önceleri kurum olarak bilimi de ikame etmesi açısından evreni açıklayan temel bilimler de felsefenin konusudur. Daha sonra daha özgün konu ve temalara odaklandığını gözlenir. Felsefeyi günümüzde geldiği noktadan bağımsız olarak edebi bir üslupla düşünmenin bilimi şeklinde tanımlayabiliriz. Bir başka tanımlama ile felsefenin, ilgi alanına giren konularla ilgili sorular sorma ve cevaplar üretme disiplini olduğunu da söyleyebiliriz.
Geçmişte felsefenin ilgi ve uğraşı alanı olan pek çok konunun günümüzde başta fizik (özellikle teorik fizik) olmak üzere farklı bilim dalları tarafından ele alındığını görüyoruz. İnsanlığın evren, canlı ve cansız yaşam ile insanın kendisi üzerine olan ilgisinin çeşitlenip özel bilimse dallar halinde örgütlenmesi ile felsefenin konularının da değiştiğini izliyoruz. Felsefenin yaşadığı değişim bazı durumlarda küresel olaylara da bağlı olabiliyor. Örneğin 20’nci yüzyılın ikinci yarısında gelişen pek çok felsefi akımın köklerini aynı yüzyılın ilk yarısında yaşanan büyük savaşların yarattığı olumsuz ekonomik, sosyal ve bireysel etkilenmelerde bulmak mümkündür. 1900’lerin ikinci yarısında tanınırlık bulan varoluşçuluk felsefesi, kendi sınırlarının ötesinde yaygınlık göstererek metafizik-din-inanç, drama-sinema-tiyatro, edebiyat ve psikoloji dallarını etkiledi.
Geçtiğimiz yüzyılın küresel etki yapan (moda yaratan) akımlarından bir başkası analitik felsefe yaklaşımıdır. Bu akım ve farklı kolları, –19’uncu yüzyıl felsefesinden farklı olarak– büyük felsefi kurgular ve sentezler yapmak yerine varlığı ve nesneyi analiz etmeyi tercih eder. Analitik düşünmeyi geliştirici etkilerine rağmen en çok eleştirilen yönlerinden birisi de senteze karşı analizi tercih etmesidir.
Değişim Karşısında Felsefe
Bilimsel ve teknik gelişmeler geçmişte felsefe tarafından öne sürülen bazı soruları ve cevapları ilgilenmek üzere üzerine alıyor. Filozoflar tarafından cevaplanan sorularımız günümüzde başta teorik fizik olmak üzere sosyoloji, psikoloji ve psikiyatri gibi dallar tarafından açıklanmaya çalışılıyor. Evrenin doğuşu, gelişimi ve hatta sonu hakkında teorik bilim ve disiplinler hayli mesafe aldı. Bu ve benzeri alanlarda çalışanların isimlerini filozoflarınkine oranla daha yakından tanıyor ve biliyoruz.
Konunun bilim ve teknoloji yönüne baktığımızda felsefeyi tehdit eden pek çok yeni durumun oluştuğunu görüyoruz. Genetik mühendisliği, canlı yedek parçaları üretiminden insan klonlamaya kadar olan teknolojik gücüyle bugüne kadar felsefenin hükümranlık sürdüğü pek çok alanı yeniden tanımlanmak zorunda bırakıyor. Teoloji ve etik adına felsefi söylemler bu yeni durum karşısında be olacak? İklim değişikliği, dünya kaynaklarının hızla tükenmesi ve küreselleşmenin olumsuz etkileri geleceğe yönelik olarak geçmişin savaşlarından daha farklı ama büyük tehdit kaynakları oluşturuyor. Gelişen silah teknolojileri ile birlikte insanın insanı ve diğer canlı yaşam türlerini yok etme gücü hızla yükseliyor. İzleme ve veri toplama teknolojileri sayesinde geçmişin kritik felsefi konularından birisi olan mahremiyet –insanın kendini çıplak hissedeceği– farklı bir tarafa savruluyor.
Bir başka ilginç nokta ise dünyanın ve insanlığın geldiği noktada bilgi hacmi ve çeşitliliğindeki artışın çılgınlık noktasına gelmiş olmasıdır. Bilginin çoğalması açısından bugün gördüğümüz gelişimin, buzdağının görünen ucundan çok daha azı olduğunu söylemek kehanet sayılmaz. Evren, dünya, insan, ilişkiler ve olaylara ilişkin çılgınca artan bilgiyi dikkate aldığımızda bunların tümünü kapsayacak toplam felsefeler ortaya koymak mümkün olacak mı? Giderek dil gibi kendini daha özgün ve dar alanlara yönlendiren felsefe başkaca bir gelişim rotasını mı tercih edecek? Örneğin önümüzdeki gelecekte yeni bir Hegel görecek miyiz? Yoksa felsefenin ekosistemi teknolojiyle etkileşimle yeni bir şekil mi alacak?
Bilişim ve iletişim teknolojileri ile küreselleşme olgusu ile birlikte bağlantılılık konusunda farkındalığımız arttı. Örneğin küresel krizlerin, her şeyin birbirine bağlantılı olması nedeniyle hızlı yaygınlaşması bu inancımıza kaynak oluşturdu. İnternet sayesinde fiziksel mesafeler sanallaşarak ortadan kalktı. Çok farklı köken ve özelliklere sahip kişi ve topluluklarla etkileşimde bulunabiliyoruz. İklim değişikliği, küresel ısınma ve yaşam çevresinin bozulması bölge ve ülke ayırt etmeden tüm insanlığı tehdit ediyor. Bunlara bir bütün olarak baktığımızda toplumlar, insanlar, nesneler ve olaylar arasındaki bağlantılılığı ve bütünselliği daha net görebiliyoruz.
Diğer yandan geçen yüzyılın ortalarından bu yana felsefedeki (ve yakından ilgili yan dallardaki) gelişmeleri izlediğimizde, felsefenin kendisini daha özgün nişlere (boşluklara) doğru yönlendirdiği şeklinde bir manzara izliyoruz. 19’uncu yüzyıldan bu yana felsefenin evren ve insan kurguları yapan büyük ve toplam sistemler yerine hem metodoloji hem de çalışma teması olarak özgünleşmeyi (odaklanmayı) tercih ettiğini görüyoruz. Matematik, mantık, analitik yaklaşım, dil, bilimsel metodoloji veya teknoloji üzerine yapılan çalışmalar daralarak özgünleşme yönelimini doğrular niteliktedir.
Bilimin ve teknolojinin ulaştığı nokta, bize belli belirsiz şu an yaşadığımızdan çok daha fazlasının olacağını ima ediyor. İnsanlık, hiçbir çağda görmediği hızlı bir değişimi yaşıyor. Ya bu hız artarak devam edecek ya da toptan bir kırılma yaşanacak. İster hızlansın isterse kırılsın; sürecin kendisi gibi sonuçları da tüm insanlığı etkileyecek biçimde bağlantılı ve küresel olacak. Bu da kendini insanın düşünme temelinde konumlandıran felsefe için yeniden holistik (bütüncü) bir tanımlama anlamına gelir. Geleceğin felsefesi metodoloji ve tema olarak evreni, dünyayı, insanlığı ve yaşamla ilgili diğer şeyleri birbirinden kopuk ve bağlantısız olarak ele alamaz. Belki bir dev sistem kurgusu halinde değil ama düşünme sistematiği olarak geleceğin felsefesi tekrar bütüncü (holistik) olmayı tercih edebilir.
Gerçek Algısı
20’nci yüzyıldan bu yana felsefe kendisine yeni bir kimlik arayışında görünüyor. Fizik (özellikle teorik fizik) alanındaki çalışmalar geçmişte felsefenin alanına giren konuları ciddi biçimde etkiliyor. Evren ilgili düşünce geliştirme alanlarında teorik fiziğin, felsefeyi gerilettiği gibi bir görüntü çıkıyor. Felsefenin özgün nişleri doğru geri çekildiği izlenimi, başta teorik fizik olmak üzere bazı bilim ve disiplinlerin evren, kıyamet varoluş, canlı yaşamın ve insanın oluşumu gibi konularda ürettiklerinden kaynaklanıyor olabilir. Felsefe bu reel veya sanal geri çekilişini sürdürecek mi? Yoksa yeni bilimsel bulgular üzerinden bunlara yeni açıklamalar ve bakış açıları getirecek?
Bilim ve felsefenin düşünsel alanlarında neden-sonuç ilişkisini katı biçimde öne süren determinizmin etkileri giderek silikleşiyor. Olasılık, rassal olaylar (stokastisite) ve bulanık mantık konularında ciddi teorik ve bilişim ortamlarında uygulamalı çalışmalar var. Diğer yandan evrenin duyu organlarımızla algılanabilecek olanın çok ötesinde özellikleri olduğunu yenilenen temel bilimler sayesinde öğreniyoruz. Dün nesnel veya doğru olarak bildiğimiz, bugün –dünü yanlışlayarak– çok farklı biçimde karşımıza çıkabiliyor. Böyle bir durumda kendimizi “Gerçeğin gerçek olduğu nereden belli?” diye sormaktan alıkoyamıyoruz.
Doğru, nesnel veya gerçek olarak nitelenebilecek kavramlar, bu niteliğini bir referansa dayalı olarak açıklayabilmek zorunda. Geçmişte büyük ölçüde duyu organlarına ve deterministik düşünme yaklaşımlarına bağlı olarak açıklama tarzı, artık ikna edici değil. Paralel evrenlerin varlığı, zaman kavramı, evrenin (dünyanın ve insanın) oluşumu gibi yeni tartışmalar geçmişin algılama ve düşünme tarzları ile yetinemeyeceğimizi gösteriyor. Belki de geleceğin felsefesi evreni, varoluşu ve kıyameti yeniden açıklamak için yeni referans noktaları oluşturacak.
Gürcan Banger