Covid-19; korona virüsü 2’nin (SARS-CoV-2) neden olduğu, insanlarda şiddetli akut solunum yolu sendromu ile ortaya çıkan bulaşıcı bir hastalıktır. İlk kez 2019 yılında Çin’in Wuhan kentinde gözlenen hastalık, ortaya çıkışından bu yana dünya çapında yayılarak Covid-19 salgınına yol açtı. İmalat sektörleri ve tedarik zincirleri küresel ölçekte Covid-19 salgınının etkilerini hissetmeye devam ediyorlar.
Mevcut durumda salgının yarattığı etkilerin aylar, belki de yıllar boyu süreceği izlenimi var. İşletmeler, fabrikalar ve her ölçekteki lojistik tedarikçileri olağan faaliyetlerini sürdürmeye çalışmakla birlikte pek çok farklı problem bunu başarmalarına engel oluyor. İşletmeler bir yandan işgücü tedariğinde sorunlar yaşarken, diğer yandan çeşitli belirsizliklere üretim planlarının uygulanmasını engelleyen ulaşım engelleri eşlik ediyor. Hastalığa yakalanan insan sayısı biteviye artarken, devletler insan ve mal hareketliliğini kısıtlayıp sınırlarını kapatıyorlar. Salgının yarattığı ilk panik nispeten yatışmakla birlikte şimdi herkesin –dolayısıyla iş dünyasının da– aklında geleceğin ne olacağı var.
Hastalık önce Çin’de gözlenmekle birlikte; bu ülkenin dünyanın en önemli imalatçı ve tedarikçilerinden biri olması yönüyle karantinalar ve fabrika kapanmalarından kaynaklanan bir küresel tedarik zinciri ve stok problemleri silsilesi oluştu. Çin’de belli bir ‘rahatlama’ durumu görünmesine rağmen pek çok ekonomide salgının –birey ve halk sağlığı yanında– anılan etkileri sürüyor. Oluşan ‘kriz’ durumu, imalatçılara çok fazla hareket alanı bırakmıyor.
Mevcut durumu ve geleceği isimlendirirken ‘yeni normal’ terimini kullanmak yaygın bir alışkanlık haline geldi. Söz konusu ‘yeni normal’, tüm işletmelerin kendi tedarik zincirlerini iyi ve doğru kavramalarını gerektiriyor. İşletmeler kaçınılmaz biçimde ‘yeni normalin’ bir tedarikçi ve/veya müşteri olarak önlerine sürdüğü şartları anlamak zorundalar. Kendi tedarik (değer) zincirini ve bunun halkalarını doğru kavramayan bir işletmenin gelecekte canlı ve sürdürülebilir kalması hayli zor olacak.
Küresel ölçekli lojistik, yük gemilerinde taşınan konteynerler ile yapılıyor. Olağan şartlarda dünya çapında genel olarak iyi planlanmış ve işleyen bir lojistik yapısı vardı. Salgının yarattığı olumsuz etkiler söz konusu taşımaya olumsuz etkile yaparken, limanlarda işleme alınamamış çok sayıda konteyner birikimi oluştu. Lojistiğin akışında engellerin oluşması ile birlikte limanlardaki konteyner depolama şartları da ‘imkânsızlık’ noktasına gelmeye başladı. Eğer konteyner akışındaki sıkıntılar aşılmazsa, tedarik ve üretim süreçlerinde çok daha yüksek riskler ve darboğazlar oluşacak. Çin, ABD, Almanya vb. gibi büyük ekonomilerin karantina şartlarını ve Covid-19 engellerini gevşetmeye çalışmalarının altında öncelikle iş-işletme ekosistemini işler hale getirmek var.
Covid-19 salgınının aşılması için herkesin umudu bir an önce kesin etkili ilacın ve aşının bulunmasına bağlı görünüyor. Ama mevcut durumun verdiği izlenim, bunlar yarın bulunsa bile lojistik, tedarik ve üretim krizinin normale dönmesinin aylar alabileceği şeklindedir. Hatta öyle ki, medikal üretiminin başarılı ilerlemesi de büyük oranda söz edilen lojistik ve tedarik sıkıntılarının aşılmasına bağlı görünüyor. Basit anlamda, bir ‘tavuk-yumurta’ açmazı gibi…
Sokağa çıkma yasakları, karantinalar ve ulaşıma konan kısıtlamalar, Covid-19’dan etkilenen yerleşimlerde işgücü tedariki konusunda darboğazlar yaratmaya devam ediyor. İşletmeler hem hammadde, malzeme ve yarı mamul tedarikinde hem de depolarındaki son ürünlerin –özellikle yurt dışındaki ve uzak bölgelerdeki– müşteriye ulaştırılmasında sıkıntılar yaşıyor.
Buraya kadar tedarik ve lojistik alanlarındaki belirsizlik ve istikrarsızlıktan söz edildi. Hiç kuşkusuz; salgının yarattığı etkiler bunlarla sınırlı değil. Öngörülemez hale gelen tüketici talebi, küresel ve bölgesel çerçevede bir başka risk unsuru olmayı sürdürüyor. Bu tür bir ‘kriz’ durumunu, büyük ekonomilerle birlikte –dışa yüksek oranlı bağımlılığın olağan bir sonucu olarak– Türkiye de yaşıyor. Salgın sürecinde öğrenilen derslerin başında tedarik zincirlerinin ne denli kırılgan olduğu geliyor. Tüm ekonomiler tek bir tedarik kaynağına bağlı olmanın bu tür ‘krizleri’ derinleştirdiğini kavramaya başladılar. Bu, yeni dünya düzeninin değişiklik yaratacağı konularda biri olabilir.
Risk yönetimi, tedarik zinciri yöneticisinin işinin her zamankinden daha önemli bir parçası haline geliyor. Ancak henüz başlamamış veya Endüstri 4.0’a geçişin erken aşamalarında olan üreticiler daha fazla zorlukla karşılaşacaklar. Envanter ihtiyaçlarını değerlendirmek ve düzenlemek, tedarik zincirlerini iyileştirmek ve toplam ekipman verimliliğini geliştirmek için çok yönlülük geçmişe oranla daha zorunlu geldi. Çevik üreticiler, bu belirsizlik dönemini işletmelerini yeni teknolojilerden yararlanıp dalgalanan talebi karşılamak üzere fırsata dönüştürebilirler. Endüstri 4.0 konusunda –kendi şartları ve stratejileri çerçevesinde– yol almış işletmeler için ‘kriz’ dönemi ve sonrası daha kolay göğüslenebilir bir zaman olacak. Yeni küresel ve bölgesel ekosistem şartlarında bağlantılılık ve veriye erişim, geçmişte olduğundan çok daha önemli hale geldi. Bunlar sayesinde üretim sürecinin tümünün –hatta tedarik zincirinin büyük bölümünün– görünürlüğü mümkün oluyor. Tedarik zincirinin öngörülemezliğinin etkisi, sadece doğru zamanda doğru kişilere –karar verecek yöneticilere– iletilen gerçek zamanlı verilerle azaltılabilir.
Gürcan Banger